12 Kasım 2010 Cuma

(Kitap İncelemesi) Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi

Yazar: Timothy Mitchell
Yayıncı: İletişim Yayınları
Basım Yeri: İstanbul
Yayınlanma Tarihi: 2001


“11 Temmuz 1882’de, Salı günü saat yedide başladı. Tanjore’nin demirli olduğu yerden merceklerimizle olan biteni gayet iyi görebiliyorduk. Bizim gibi daha önce hiç savaş görmemiş siviller için harika bir görüntüydü.” (s.225)

Edward Said tarafından yazılan Oryantalizm kitabı ve sonrasında ortaya çıkan Oryantalizm tartışmaları, geniş ölçüde Doğulu aydınların iltiması ile karşılanmış ve çalışmalarına da yansımıştır. Oryantalist düşüncedeki “Değişmeyen/Durağan Doğu” ve tam aksine “Sürekli Değişen Batı” imgesi aynı zamanda kapalı olan Doğu Toplumlarının değişimini ve bu yolla gelişmelerini sağlamak adına Batı müdahalesinin de kabul edilebilir olduğu sonucunu doğurmaktadır. Günümüzde hala devam eden işgallere baktığımızda bu görüşün Batılı politika yapıcılar üzerinde hala etkili olan bir düşünce şekli olduğu anlaşılır.

Tam da bu noktada geçmişte 300 yıldan uzun bir süre Osmanlı Devleti hâkimiyeti altında kalmış olan Mısır’la ilgili Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi kitabı faydalı bir kaynak olarak karşımıza çıkar. Timothy Mitchell tarafından hazırlanan doktora tezinin kitaplaştırılması ile okuyucuya ulaşan Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi isimli eser, tarihsel bir anlatımdan ziyade sömürgeleşme öncesi dönemi ve doğudaki zihinsel dönüşümü göstermeyi amaçlamaktadır. Kitabın ana teması anlam ve temsil arasındaki ilişkinin ortaya konmasıdır.

Kitap; Sergideki Mısır, Çerçevelendirme, Düzen Görüntüsü, Bedenleri Zaptettikten Sonra, Hakikat Mekanizması, İşin Felsefesi başlıkları altında toplam altı bölümden oluşmaktadır. Yazar, kitabın amacını modern siyasi iktidar biçimlerinin nasıl işlediğini ve bu yeni iktidar biçimleri ile dünyayı anlamanın modern biçimleri arasındaki ilişkiyi araştırmak olarak tanımlamaktadır.

Yazar, 19. yüzyılda Avrupa’da yapılan büyük dünya sergilerini Sergide Dünya olarak adlandırır. Bu bölümde, Avrupa’ya giden Mısırlıların yazdığı eserleri inceleyerek, onların sergileri gezdikten sonra aslında temsilden ibaret olan tüm bu yapaylıkların nasılda gerçekmiş gibi göründüğüne ilişkin düşünceleri anlatılmaktadır. Bu sergilerde pazarlar, saraylar, sokaklar ve tüm emtia betimlenmiştir ve sergiler yoluyla yaratılan efekt bununla sınırlı değildir, aynı zamanda serginin dışında müzelerde ve şarkiyat kongrelerinde, tiyatrolarda, hayvanat bahçelerinde de aynı yöntemle karşılaşırlar. Temsil edilen ile gerçeğin sorgulaması kitapta hem Avrupa’ya giden Arapların, hem de Şark’a gelen Avrupalının gözünden anlatılmaktadır. 1889 yılında yapılan Şarkiyatçılık Kongresi’ne gelen Mısırlılar, temsil edilen Mısır’dan oldukça rahatsızlık duyarlar ve bir anda tıpkı Mısır gibi kendilerini de sergilenir bulurlar. Şark’a gelen Avrupalılarla ilgili ise sergilerde gördüklerinin tecrübesi olarak Şark’a gelmeleri ve gördükleri karşısındaki şaşkınlıkları anlatılır. Şaşırmışlardır, çünkü sergi-olarak-dünyadan çıktıklarını hala fark etmemişlerdir ve ‘teşhir’den ‘hakiki’ye geçtiklerini düşünüyorlardır.

“Şark kendini bir sergi olarak sunmayı reddediyordu ve bu yüzden de anlamdan yoksunmuş gibi görünüyordu.”

Avrupa’ya giden Doğulu yazarların anılarıyla ilgili, 1889 yılında Stockholm de yapılan Şarkiyatçılık Kongresi’ne katılan ve kendini bir “mustarip” olarak tanımlayarak bu kongrede yaşadıklarını anlatan Ahmet Midhat Efendi’nin Avrupa’da bir Cevelan isimli kitabı da bu konuda oldukça önemli bir eserdir.

Mısır’ın sömürgeleşmesi sürecindeki ikinci aşama onun Çerçevelenmesi’dir. Kolonyal güç Mısır’ı çerçevelenmiş bir dünya olarak yeniden düzenleyecektir. Bu bir anlamda kontrollerin yapılmasını, politik ve ekonomik hesaplamaları kolaylaştırılan bir “resme” dönüştürmeyi de amaçlıyordu. 19. yüzyılda köyler ve şehirler ortadan kaldırılarak Kahire yeniden inşa edilirken, yeni caddeler ve sokaklar bir plan görüntüsü verilerek tasarlanmaya çalışıldı.

Şehirlere verilen bu “intizam” sayesinde, aynı zamanda metafizik olan ve kendisinin dışında bu düzeni ortaya koyan “şey”’in dışında bir varlık sayesinde, görünür ama aynı zamanda görünmez olan arasındaki ilişkinin var olduğu ortaya konuluyordu.

Çerçeveler yoluyla sınırlar çiziliyor ve bazı şeyler dışarıda bırakılıyordu. “Temsil” ile “hakikat” arasındaki ayrımlaştırmadan sonra sıra, “içerisi” ve “dışarısı” arasındaki ayrımın yapılmasındaydı. Amaç, Mısır’ın bir ordu gibi kurallara tabii tutulması ve gözetim altına alınmasıydı. Dışarısı içeriyi çerçevelemekteydi. Böylece nüfuz etme, yeniden düzenleme ve kolonize etme gerçekleşmiş olacaktı.

Avrupa’ya giden Mısırlılar toplumların ilerlemiş olması ile sokaklardaki sakinlik ve bağırışsız-çağırışsız, küfürsüz-bedduasız tek saatin geçmediği Kahire sokakları arasında karşılaştırma yaparlar. Bunun için yapılabilecek tek şey vardır: disiplin ve eğitim. Disiplin ve eğitimin verilebilmesi için 19. yüzyılın ortalarında kurulan Lancaster modeline göre düzenlenmiş olan okullarda uygulanan teftiş sistemi ile sağlanan itaat sayesinde öğrencilerin hayatı “düzenlenmiş” olur. Bu düzen tasavvuru sayesinde Mısırlıların hayatı bölünüp işaretlenerek muntazam aralıklarla yerleştirilerek soyut bir düzen yaratılmaktadır.

19. yüzyılın son 30 yılında daha önce yetiştirmek anlamında kullanılan terbiye kelimesi eğitimi ifade etmek için kullanılır olmaya başlar. Bu anlamda terbiye, artık bir şeyin büyümesinin sağlanması değil bireylerin eşgüdümlü bir şekilde disiplinli çalışmasını ifade etmek için kullanılmaya başlanır. Yazar burada içerme, çerçevelendirme ve disipline etme yöntemlerinin eğitime duyulan ihtiyacı arttırdığını söylemektedir.

Çerçevelenen hayatlar içinde denetim altına alınan Mısırlıların, bedenleri denetim altında tutularak görünen ama aynı zamanda görünmeyen bir metafizik iktidara ulaşması amaçlanmaktadır. Artık “daha derinlere nüfuz etmek” gerekmektedir. Yazar, kolonileştiren gücün iktidarını bedensel ve zihinsel olarak ikiye ayırır ve askeri denetim, mimari düzen ve okul eğitimi yöntemlerinin uygulanması ile bedenlerin zaptının gerçekleşmesinin ardından, bu süreci zihinlerin zaptının izlediğini söyler.

Okul eğitimi sayesinde hem bedensel hem de zihinsel denetim sağlanmış olmaktadır. Aynı şekilde yansımalar siyasette de görülmüş ve hükümet etme, liderlik etmek anlamına gelen siyasa kelimesi yerine kişilerin bedenlerinin ve zihinlerinin denetlenmesi anlamına gelen siyasi politika kelimesi kullanılmaya başlanmıştır.

Yazar, düzen ve disiplin anlayışının getirilmesinin nedenleri olarak, kolonileştirdiği kişilerle arasında herhangi bir bağ bulunmayan sömürgeleştirici gücün yönettiği insanlar hakkında bilgi sahibi olarak “yapay bağlar“ kurmak istemesini göstermektedir. Mısırlılar hakkında etnografik araştırmalar yapılarak kişilikleri hakkında yargılara varılır. Mısırlılar kendileri hakkında yapılan araştırma sonuçlarını artık kendileri içinde kullanmaya başlamışlardır ve kendi şahsiyetlerinde görülen ve bu sayede kendilerinin görmeye başladıkları aylaklık, onur ve sevgi eksikliği gibi noktaları öne çıkartarak kendilerini eleştirmeye başlarlar. Hatta artık sömürgeleştirilmeleriyle ilgili dış güçlerden çok kendilerini suçlar hale gelmişlerdir.

Mısırlıların hayatını düzene sokmak için köyler, şehirler, askerler ve okullar disiplin esas alınarak yeniden yapılandırılır. Özellikle okullar, hem bedensel hem de zihinsel dönüşümün gerçekleşebileceği, düzen anlayışının yerleştirileceği yegâne yerlerdir. Aynen plan gibi bu tanzim de farklı bir efekt yaratmaktadır.

Kitapta dil meselesi ve siyasi otoritenin kolonyal devlette doğuşu arasındaki ilişki ortaya konarak hakikat ve iktidar ilişkisi incelenmeye çalışılmaktadır. Dil örneği ile gerçekliğin yerine onun anlamı ve düzenin nasıl konulduğu anlatılmaktadır. Hakikat ise iki gün içinde İskenderiye’nin büyük bir kısmını harabeye döndüren, Britanya’nın 1882 de işgalinden başka bir şey değildir. Ama bu işgal sırasında dahi yaratılan bir efekt vardır: özgüven efekti. Küçük bir ordu tarafından sergilenen silahlarla, Britanya’nın askeri gücü, kullanılan teknoloji ve otorite gösterilmiş olur. Bu otorite aslında görünmez olan ama yinede gerçek olan metafizik bir iktidardır artık.

Yazar kitabın son bölümünde, Mısır’ın işgalinden 10 yıl sonra 1892’de Londra’da yapılan Şarkiyatçılık Kongresi sonrası bir Mısırlı yayıncının “Dünya sanki ikiye bölünmüş” şeklinde yorum yaptığını söylemektedir. Yazarın burada şehrin inşası sırasında yerli şehrin Şarklı kalmasına yaptığı vurguda çok önemlidir. Bu noktada Said’in Oryantalizmi anlatırken kendi kimliğini başkası üzerinden kurma tekniği şeklinde yaptığı tanım ile yazarımızın, kolonyal düzenin kendi zıddını yaratarak ve dışlayarak var olduğunu söylemesi ve Modernite ile kurduğu bağlantı oldukça yerindedir. Tüm bu açıklamalar bizi günümüzde hala tartışılan “öteki” kavramına götürmektedir.

“Modern şehrin kimliğini yaratan dışında bıraktıklarıdır. Modernliği kendi zıddını dışlamasına bağlıdır.”

Son bölümde ele alınan diğer bir kavram olan “geri kalmışlığımız”, Mısır’ın yaşadığı bu süreçte kendi aydınları tarafından bir anlamda sıkça tekrarlanır hale gelen bir itiraf niteliğinde olmakla birlikte, yıllarca sürdürülen sergi-olarak-dünya, düzen görüntüsü, efektler, çerçeveleme, bedenlerin ve zihinlerin zapt edilmesini içeren uzun vadeli sürecin sonunda elde edilen bir başarıdır aslında.

“Nasıl oldu da Şark’ın bir parçası olarak görülmeye başladık?”, “Biz Avrupa’ya Çin’den ya da Magrip’ten daha yakın değil miyiz? ” soruları beyinsel zaptın sonucu, kendiliğinden bir dönüşümün olduğunu ifade etmektedir.

İkili efektlerin yaratılması, zihin-beden, planlanan ve var olan, gerçek-temsil, şeyler ve felsefeleri, maddi olan ve kavramsal olan, göstergeler ve gerçekler…

Bu kitapta aslında çok daha fazlası bulunabilir. Oldukça felsefi bir dilde yazılmış olan Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi’nde, tarihsel plandan uzak ancak belki de daha önemli olan zihinsel plan öne çıkmaktadır. İyi bir Türkçe çeviri yapılmış olmasına rağmen, İngilizce bilenler için kitabın İngilizceden okunması tavsiye edilebilir çünkü iç içe geçen kavramlar ve mesajlar ancak bu şekilde daha iyi anlaşılabilir. Karmaşık yapılandırılması nedeniyle bazı kavramların ancak kitabın sonunda açıklığa kavuşabildiği göz önüne alındığında okuyucunun zevk veren bu kitaba sabırla devam edilmesi tavsiye edilir.

2 Temmuz 2010, Cuma
Serpil Açıkalın

Hiç yorum yok: