28 Ocak 2010 Perşembe

Müslüman Kardeşler Nereye Gidiyor?

2010 yılı Mısır siyaseti açısından birkaç nedenden dolayı önemli bir dönüm noktasını temsil ediyor. Bu nedenlerden ilki 16 Ocak’ta Müslüman Kardeşler Cemaati’nin (Cema’a El-İkhvan El-Müslimin) yeni mürşidinin seçilmesi, ikincisi ise Ekim ayında yapılacak olan parlamento seçimleri.

Hayatta olan eski devlet başkanın bulunmasının nadir bir durum olduğu Ortadoğu’da, genelde ya doğal yolla liderlerin ölümü ya da gerçekleştirilen bir suikast sonrası yeni bir devlet başkanının atanması şeklinde lider değişikliği olabilmektedir. Ortadoğu’nun kalbi niteliğinde olan Mısır’da da Cemal Abdul Nasır’ın bir kalp krizi neticesinde ölümü sonrası yerine geçen Enver Sedat’ın öldürülmesi ve Hüsnü Mübarek’in 28 yıllık iktidarının nasıl sona ereceğinin hala kestirilemiyor olması da bu uygulamanın bir göstergesidir denilebilir.

Aynı durum ülkede en önemli muhalif güç konumunda olan Müslüman Kardeşler Cemaati’nin Hasan El-Benna’dan itibaren devam eden mürşid seçimlerinde de söz konusu olmaktaydı ve uygulana gelen gelenek, mürşidlik görevinin 6 yıl ile sınırlı olmasına karşın, seçimin prosedürel olarak yapılması ve yaşayan mürşidin tekrar seçilmesi şeklindeydi. Bu durum 2009’un Mart ayında yedinci mürşid olan Muhammed Mehdi Akif’in 2010 Ocak ayında dolan görev süresinden sonra çekileceğini açıklamasına dek bu şekilde devam etmiş olmakla birlikte, açıklamanın ardından ardı ardına gelen olaylar Müslüman Kardeşler Cemaati’nde uzun süredir tartışılan ideolojik farklılığı tekrar su yüzüne çıkardı. Sekizinci mürşidin 16 Ocak 2010 Cumartesi günü kamuoyuna duyurulması öncesinde Cemaat’in güvercin ve şahin kanadından hangisinin galip geleceği tartışmaları yaşandı. Buna karşın Müslüman Kardeşler cephesinden Cemaat içinde tüm bu yaşananların Mısır rejimine bir demokrasi örneği olması gerektiği ifade edildi.

Akif’in açıklamasının ardından yeni mürşidin seçilmesi öncesindeki birkaç ay, Müslüman Kardeşler’in Hasan El-Benna’nın 1949 yılında suikasta uğramasının ardından yaşadığı karmaşık dönemi hatırlatır nitelikteydi. Benzer bir durum, Hasan El-Benna’nın ölümü sonrası yaşanan boşluk sonrası ancak iki yılın ardından Hasan El-Hüdeybi’nin dışarıdan atanması ve Hüdeybi döneminde Cemaat içinde yaşanan iç muhalefet döneminde de görülmüştü. Ne var ki bu dönemde, Cemal Abdul Nasır’ın Cemaat’i neredeyse bitme noktasına getiren baskılarına ve Seyyid Kutub ideolojisinin ortaya çıkmasına rağmen Hüdeybi’nin ılımlı yaklaşımı galip gelmiş ve radikalleşen grupların Müslüman Kerdeşler Cemaati’nden kopması ile 70’lerden itibaren şiddetin açıkça reddedildiği duyurulmuştu.

Enver Sedat döneminde tekrar dirilmeyi başaran ve altmışlardaki sindirilmenin ardından ancak yetmişlerin sonundan itibaren siyasete ilgisi artan Müslüman Kardeşler, ilerleyen yıllarda hem siyasette hem de sendikalar ve diğer sosyal hizmet alanlarında daha fazla gözle görünür hale geldi. 1984 yılından itibaren ise (1990 yılındaki seçimleri diğer pek çok parti ile boykot etmesi dışında) seçimlere katıldı ve en önemli başarısını 2005 yılındaki seçimlerde göstererek Halk Meclisi’ndeki sandalyelerin %20’sini almış oldu. Mübarek hükümetinin konsolidasyon yıllarında yakalanan uyuma rağmen Cemaat üstündeki baskı, 1990’lardan itibaren sendikalarda artan faaliyetleri ve muhalif sesinin artması dolayısıyla Mübarek hükümeti tarafından sürekli bir şekilde artırıldı. Bununla birlikte Mısır’da şu an gördüğümüz manzara, genel merkezi olan ve belli aralıklarla toplantılarını yürüten Cemaat ile hükümet arasında bir kedi-fare oyunun yaşanıyor olduğudur. Hükümet belli dönemlerde baskı belli dönemlerde ise gevşeme politikası uygulamakta, zaman zaman Cemaat’in toplantılarına izin verirken belli dönemlerde ise rastgele tutuklamalar yapabilmektedir.

2000’lerde, her ne kadar Cemaat tarafından kabul edilmese de, nesiller arası farklı yaklaşımların bir yansıması olarak ortaya çıkan ılımlı ve muhafazakâr kanat arasındaki farklılık gündeme gelmiştir. Genel olarak yetmişli – seksenli yaşlarda olan ve meşruiyetini El-Benna geleneğinden geliyor olmak ve uzun yıllar hapis cezası çekmiş olmaktan alan eski nesle karşın, sendikal faaliyetler ve dışa yönelim yoluyla Müslüman Kardeşler’in gelişmesine katkıda bulunmak yanında hapiste yatmaktan da çekinmeyen yeni nesil arasında bir yaklaşım farklılığı olduğu açıktır.

2005 Seçimleri Sonrası Ortaya Çıkan Gelişmeler:

2005 Kasım ayında Müslüman Kardeşler’in seçimlerdeki başarısı sonrası Mısır hükümeti, Cemaat’in özellikle finansal kaynakları üstündeki baskısını artırmıştır. Müslüman Kardeşler’in son yıllardaki konumu ülkedeki bazı kesimler tarafından Cemaat’in Nasır döneminden itibaren geçirdiği en zorlu dönem olarak yorumlanmaktadır. Nitekim Müslüman Kardeşler cephesinden bu durumun kabul edilmesi söz konusu değildir ve tam aksine buna benzer yorumlar hükümet için yapılmaktadır.

2006 yılından itibaren Cemaat’e yakın olan şirketlerin hükümet eliyle kapatılması ve Hayrat Şatir başta olmak üzere pek çok üst düzey Müslüman Kardeşler üyesinin terörizm ve yurt dışına cihad için eleman yetiştirme gibi suçlamalarla El-Ezher Militanları operasyonu kapsamında tutuklanması, hem örgütsel yapılanmaya hem de finansal daralmaya yol açmıştır. İki mürşit yardımcısından birisi olan Hayrat Şatir, Müslüman Kardeşler’in reformist kanadını temsil etmektedir ve aynı zamanda diğer tutuklanan üyelerden bazıları olan Hasan Malik, Yusuf Nada ve Mithad El-Hadad gibi Cemaat’in temel finansörlerinden bir tanesidir. Tutuklamaların, şirket ve basımevi kapatmalarının ardından Mısır borsasından 21 milyar Mısır Poundun çekildiği şeklinde gündeme gelen söylentiler ise[1] Cemaat’in finansal açıdan büyük bir kayba uğradığını göstermektedir.

Mürşid seçimi ve İrşad Bürosu(Mekteb El-İrşad) seçimleriyle ilgili süreçte içteki çatışmanın giderek reformistler ve muhafazakârlar arasında olması yanında, muhafazakârların da kendi içinde bir ayrışmanın yaşandığı görülmektedir. Mürşidlik için adı anılan ve muhafazakârlar arasında şahin olarak görülen Mahmud İzzet kendisi de muhafazakâr olan Habib’in mürşidliğine karşı olmasıyla biliniyordu. Hükümetin izlediği Cemaati izole etme siyaseti çerçevesinde diğer muhalif hareketlerle birleşmesini engelleme ve Cemaat’in demokrasiden uzaklaştığı imajını güçlendirmek için pragmatik muhafazakâr Hayrat Şatir ve Abdul Münim Abul Futuh gibi reformistlerin tutuklanması ile Cemmat’te zaten uzun süredir muhafazakârların hakimiyetinin arttığı bilinmekteydi. Ayrıca 2007 yılında hükümetin yaptığı anayasal değişiklikler sayesinde her türlü dini referanslı siyasi aktiviteyi yasaklaması da Müslüman Kardeşler üyelerinin tutuklanmasını kolaylaştırdı ve yasanın çıkarıldığı Mart ayından 2008’in ilk aylarına dek 800’ün üstünde üye tutuklandı.[2]

Cemaat, 1990’lardan itibaren çeşitli belgeler yayınlayarak gündeme de uygun bir şekilde beyanlar vermeye ve bu şekilde kendini tanıtmaya çalışıyor. Nitekim son olarak 2007’de taslak nitelikli olduğu ifade edilen Siyasi Platform isimli belge medya ve akademik camiada Müslüman Kardeşler Cemaati’ne karşı sert soruların sorulmasına yol açtı. Özellikle devlet başkanlığı makamına kadınların ve Müslüman olmayanların getirilemeyeceği ve üst düzey dini bir kurulun kurulması gibi meselelerin gündeme getirildiği bu belge, Cemaat’in demokrasiyi ne kadar içselleştirdiği ve eşit vatandaşlık haklarına ne kadar saygı gösterildiği gibi konuları gündeme getirdi ve bu yüzden eleştirilere maruz kalındı.

2007 yılında tartışma yaratan bu belgeyle ilgili olarak Fehmi Hüveydi, taslak belgenin ilk kopyasının kendisine de gönderildiğini ve bu kopyada siyasi bir dil kullanıldığını, bununla birlikte gönderilen ikinci bir kopyada dilin daha dini bir düzeye kaymasının ve en son taslak olarak ikinci belgenin kabul görmesinin Cemaat’te muhafazakâr yapının ılımlı yapıdan daha güçlü ve son karar verici konumunda olduğunu gösterdiğini ifade etmişti.[2] Nitekim son aylarda yaşanan gelişmeler ve muhafazakâr kadronun etkinliğini artırması da bu görüşün doğruluğunu ortaya koymaktadır.

Aralık Ayında Yaşananlar:

Müslüman Kardeşler Cemaati’nin 1995’ten itibaren ilk kez 2009’un Aralık ayında yaptığı İrşad Bürosu seçimi ve ardından gerçekleşen mürşidlik seçimi gerek ulusal gerekse uluslararası alanda uzunca bir süredir ilgi odağı oldu. Aralık ayında İrşad Bürosu’nda seçimlerin yapılmasına dair tartışmalar Cemaat içinde yoğun bir şekilde yaşandı. İrşad Bürosu seçimleri sırasında reformist kanattan İssam El-Erian’ın vefat eden Muhammed Hilal’in yerini doldurmak için aday gösterilmesi içte yaşanan bir krize dönüştü.

Bu dönemlerde yaşanan olaylarda en fazla öne çıkan isim ise grubun muhafazakâr kanadından şahinleri temsil eden Mahmud İzzet oldu. İrşad Bürosu’na seçilmesi konusunda Akif’in desteğini almasına rağmen Mahmut İzzet’in önderliğindeki muhafazakârların tepkisini çeken reformist Issam El-Erian ise Aralık ayında yapılan İrşad Bürosu seçimlerinde listeye girmeyi başardı. Muhammed Habib ve Abdul Münim Ebu El-Futuh ise seçimler sonrasında yeni İrşad Bürosu üyeleri arasında bulunmuyor.

İrşad Bürosu’na İssam El-Erian’ın atanması konusunda Genel Sekreter Mahmud İzzet’in başını çektiği muhalefetin ardından mürşid Muhammed Mehdi Akif, Erian’a olan desteğini göstermek için görevinden istifa etmekle tehdit etmişti. İstifa halinde Cemaat’in iç tüzüğünün 6. Maddesine göre görevi mürşid yardımcısı devralıyor. Mürşidin iki yardımcısından birisi olan Şatir şu anda hapiste olduğundan diğer vekil olan Muhammed Habib’e 30 gün içinde yapılacak olan seçimlere dek bu görevde kalma hakkı doğacaktı. Habib ise İrşad Bürosu’ndaki seçimlerin zamansız olduğunu ve seçimlerin Büro’nun kendi isteğiyle yapılması gerekirken Akif’in talebiyle yapıldığını belirtti ve Şura Meclisi’nde(Meclis El-Şura) çeşitli nedenlerden dolayı fireler varken seçimlerin yapılmaması gerektiğini ve seçimlerin iç tüzüğe uygun olmadığını iddia etti. Mısır’daki tüm bölgeleri temsil eden Müslüman Kardeşlerin Şura Meclisi 115 üyeden oluşuyor ve 1954 yılından itibaren devam eden yasaklı konumu nedeniyle tutuklanma endişesiyle üyeler aynı anda toplanarak oylama yapmıyor. Habib’in bu açıklamalarını El-Cezire televizyonuna yapması ise Müslüman Kardeşler Cemaati geleneğinde var olan özellikle üst düzey liderlerin kamuoyu önünde eleştiri yapmaması geleneğine uymaması nedeniyle kendisine karşı doğan tepkinin büyümesine yol açtı.

Aralık 2009’da yeni İrşad Bürosu’nu belirlemek üzere yapılan ve sonuç olarak reformistlerin elenip muhafazakârların hâkim bir duruma geldiği seçimlerde Cemaat’in önümüzdeki dönemde izleyeceği seyir de genel olarak ortaya çıkmış oldu.

Cemaat’te Cumartesi günü sonuçları açıklanan mürşidlik makamı için üç muhafazakâr isim olan Muhammed Bedi, Raşid El-Bayumi ve Cuma Emin yarıştı ve sonuç olarak Şura Meclisi’nde 100 oydan 66’sını alan Muhammed Bedi galip geldi.

Bedi’nin mürşid seçilmesini takip eden hafta Asyut Üniversitesinde profesör olan Mahmud Hüseyin’in genel sekreter olarak atanması ise 15 yıl boyunca bu makamı işgal eden Mahmud İzzet’ın bu görevde kalacağı düşünüldüğünden oldukça sürpriz bir gelişme olarak görüldü. Hüseyin’in daha önceki görevi Asyut’ta İdari Büro’nun başkanlığı idi ve kendisi 2009 Aralık ayında yapılan İrşad Bürosu seçimlerinde seçilen isimler arasında yer aldı. Mahmud İzzet, İrşad Bürosu’nda yapılan seçimlerde reformcu kanada karşı yapılan devrimci tarzdaki müdahalede en fazla ismi geçen kişi olmuştu. Bu durumda son tahlilde ortaya çıkan manzarada Mahmud İzzet’in karşı çıktığı Erian, Habib ve Futuh’a karşın Akif’in de desteğini alarak İrşad Bürosuna seçilmeyi başarırken, Bedi’nin yeni mürşid olarak seçilmesinden sonra İzzet’ın genel sekreterlik görevini kaybetmesi ise yeni bir ironi ortaya çıkarmış oldu.


Muhammed Bedi Kimdir ve Müslüman Kardeşler’i Neler Bekliyor?


Mısır’ın Delta bölgesinde bulunan ve son yıllarda gerçekleşen işçi protestoları ile ünlenen Mahalle Al-Kübra doğumlu olan 66 yaşındaki Bedi, Beni Seif Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nde Patoloji profesörü olarak görev yapıyor. Kahire Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra 1965 yılında Asyut Üniversitesi’ne atanan Muhammed Bedi, Seyyid Kutub’un öldüğü yıl 15 hapse mahkûm edildi ve 9 yıllık hapsin ardından Enver Sedat’ın iktidara gelmesi ile birlikte 1974 yılında salıverilenler arasındaydı.

Beyrut’taki direniş konferansı nedeniyle Cemaat’in önemli isimlerinin Lübnan’da olmasından dolayı yeni mürşidin duyurulmasının Cumartesi gününe ertelenmesi aynı zamanda yeni mürşidle ilgili ihtilaflar konusunu da gündeme getirdi. Yeni mürşidin Bedi olacağının gün yüzüne çıkması sonrasında Müslüman Kardeşler’in Avrupa ve Körfez temsilciliklerinin Bedi’nin, tanınırlığa ve Akif’in sahip olduğu karizmaya sahip olmamasından dolayı Cemaat içindeki farklılıkları toparlayıcı özelliğinden şüphe duydukları konusu gündeme geldi. 2004 yılında mürşid olmasından itibaren Müslüman Kardeşler içindeki farklı görüşleri yatıştırma çabasında olan Muhammed Mehdi Akif’e karşın Cemaat’te muhafazakâr kanadın üstünlüğü hep hissedilmekteydi. 81 yaşındaki Akif, Cemaat’in tarihsel meşruiyetinin en son temsilcilerinden birisiydi. Ocak ayında görevi sona eren Akif de 1954’de tutuklananlar ve 1974’te Sedat tarafından serbest bırakılanlar arasında yer aldı. Hapiste geçirdiği 20 yıl Akif’in Cemaat’e olan bağlılığının bir simgesi sayıldı ve saygınlığını artıran sebeplerden bir tanesi olarak görüldü. Yeni mürşid Bedi'nin Akif''te geçmişten gelen bu karizmaya sahip olmaması ise Müslüman Kardeşler Cemaati'ni bekleyen önümüzdeki zorlu yıllarda kopmaların yaşanmasını kolaylaştırıcı etkide bulunabilir. Sonuç olarak muhafazakârların yönetimi devralmasıyla birlikte önümüzdeki dönemde Cemaat’in siyasi alandaki faaliyetlerinde bir yavaşlama olması ve hükümetle çatışmadan uzaklaşılması yanında içteki ayrılıkların daha görünür bir hale gelerek kopmalara dönüşmesi beklenmektedir diyebiliriz.

Bu yıl yapılacak olan parlamento seçimleri ve 2011’de yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri dikkate alındığında, Müslüman Kardeşler Cemaati’nde gerçekleşen görev değişikliklerinin yanı sıra 2005 seçimleri sırasında Mısır üzerinde ABD tarafından uygulanan baskının da 2006 yılından itibaren tedrici olarak düşürülmesi neticesinde Mısır’da muhalefetin yılsonunda nasıl şekilleneceği merakla bekleniyor. Hem ABD’nin bölgede değişen rolü hem de Cemaat’in reformist kanadının siyasi faaliyetlere ilgisinin yeni seçimlerle etkisizleştirilmesi sonucunda Müslüman Kardeşler’in 2005’te kazandığı başarının önümüzdeki seçimlerde oldukça azalacağı en fazla dillendirilen yorum olmaya devam ediyor.

Muhafazakârlar, uzun süredir finansal ve insan kaynağı bakımından hükümet tarafından bastırılmaya çalışılan Cemaat’in siyaset yerine ilk kuruluş yıllarına benzer bir şekilde dini faaliyetlere yoğunlaşması ve kuruyan finansal kaynağının toparlanması taraftarı. Müslüman Kardeşler’in Mısır’ın var olan siyasi siteminde bir parti kurması söz konusu değil ve görünen o ki Cemaat’ten ayrılan reformist bir grup tarafından 90’lı yıllardan itibaren kurulmaya çalışan ancak Mübarek hükümeti tarafından hala lisans verilmeyen Vasat Partisi deneyimi de muhafazakâr üyelerin parti düzeyinde siyasi faaliyetten dini alana yönelmesinde en etkili sebeplerden bir tanesi. Ayrıca muhafazakâr kanadın Nasır dönemi ve bu dönemdeki tutuklamalara yakinen şahit olması da reformist kanada göre hükümetle ilişkilerde daha kapalı olunması ve dini faaliyetlere ağırlık verme eğilimlerini güçlendiriyor. Bunun en önemli örneği ise Cemaat’in yeni mürşidi muhafazakâr Muhammed Bedi’nin Nasır’a düzenlenen suikast girişimi sonrası tutuklananlar arasında olması.

Uluslararası konularda da beyan vermekten çekinmeyen Müslüman Kardeşler açısından hükümet ile var olan ayrılıklar, ülke içi konuların yanı sıra Mısır’ın müttefiki olan ya da olmayan ülkeler konusunda da ortaya çıkıyor. İran ile Mısır hükümeti arasında yıllardır var olan soğuk savaş devam ederken Muhammed Akif, Suudi gazetesi olan El-Şark El-Evsad gazetesine Kasım ayında verdiği bir demeçte İran’a yapılabilecek olası bir müdahalede tabi ki bu ülkeyi destekleyeceğini söyledi. 82 yıldır hem Mısır’da sosyal ve siyasi hayatta etkin olan hem de Müslüman olsun ya da olmasın diğer ülkelerdeki İslami akımlara kaynaklık eden Müslüman Kardeşler Cemaati, son zamanlarda Arap dünyasından Gazze konusunda büyük tepki gören Mısır’a karşı Hamas’ı destekleyerek ve aynı şekilde İran’a da desteğini yineleyerek Mısır rejiminden bölgesel konularda da farklı olduğunu açıkça gösteriyor. Müslüman Kardeşler’in İran’a desteği ise sadece Mısır hükümeti ile değil, Nasır döneminde ülkedeki baskıdan kaçan üyelere kapılarını açan ve hatta Enver Sedat tarafından önemli liderlerinin hapisten çıkarılmasına ön ayak olan Suudi Arabistan’a karşı da tıpkı İran-Irak savaşında İran tarafında olmasının yaşattığı şokun bir benzerini yaşatarak yeni bir ayrışmaya girmesine sebep oluyor. Diğer ülkelerde gerek direniş örgütü gerekse cemaat adı altında var olan Müslüman Kardeşlerle bağlantılı olan örgütler ise Müslüman Kardeşler ve hükümet arasında dış politika konusunda da karşılıklı manevraların artmasına neden oluyor.



_______________

[1]http://www.aawsat.com/english/news.asp?section=3&id=7882 (Erişim tarihi 21 Ocak 2010)
[2] Joshua Stacher, ‘Brothers in Arms? Engaging the Muslim Brotherhood in Egypt,’ Institute
for Public Policy Research, (Nisan 2008), s. 22.
[3]Fahmy Huveydi , MB in Party Program...Wrong Doers or Wronged?,
http://www.ikhwanweb.com/Article.asp?ID=14288&SectionID=78at (Erişim tarihi 21 Mayıs 2009)

Yemen’de Yaşananlar Ne İfade Ediyor?

Kızıldeniz’i Aden körfezi yoluyla Hint Okyanusu’na bağlayan Yemen, taştan evleri, ülkedeki yoğun işsizlik, yüksek doğum oranları, zorlu iklim koşulları ve okuma yazma oranlarındaki düşüklük gibi özelliklerinin yanı sıra, son yıllarda ülkede yaşanan çatışmalarla da dünya gündemine gelmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu ile 400 yıllık ortak geçmişi olan Kuzey Yemen’in 1967’de İngilizlerden bağımsızlığını kazanan Güney Yemen ile 1990 yılında birleşmesinden itibaren, zayıf devlet otoritesi nedeniyle, Yemen’de belli dönemlerde isyanlar yaşanmaktadır. 1991’de patlak veren Körfez savaşı sırasında Saddam Hüseyin’e siyasi destek veren Yemen hükümetinin bu hareketine karşılık Suudi Arabistan ve Kuveyt tarafından yaklaşık bir milyon Yemenlinin sınır dışı edilmesi ekonomik ve sosyal bakımdan ülkenin birleşme sonrası yaşadığı önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Devam eden yıllarda ise Suudi Arabistan ile yaşanan sınır anlaşmazlığı ve son dönemde kuzeyde ve güneyde ortaya çıkan çatışmalar yanında El-Kaide’nin ülkedeki faaliyetleri Yemen’de yaşanan istikrarsızlıkların temel nedenleridir.

İçeride yaşanan çatışmalara ek olarak kuraklık nedeniyle tarımsal alanda meydana gelen zarar, tarım ağırlıklı işleyen ekonomiyi kötü etkilemekte ve gıda ürünlerinin ithalatına zorlamaktadır. Petrole bağlanan ekonomi ise giderek zayıflamakta ve hızla artan enflasyon nedeniyle halk giderek daha da fakirleşmektedir.

Sünni ağırlıklı olan Yemen merkezi hükümeti, ülkenin güneyinde ayrılıkçı gruplarla baş etmek zorundadır. Geçmişte yirmi yıl Marksist yönetim tarafından yönetilen Güney Yemen’in Kuzey Yemen’in lideri olan Abdullah Ali Salih tarafından 1990’da birleştirilmesinin ardından 1994 yılında bir iç savaş yaşanmış, ancak Salih’in yönetimi devam etmiştir. Güney’deki halk da tıpkı kuzey gibi bölgelerinin fakir bırakıldığından şikâyet etmektedir.

El-Kaide örgütü ise devlete ve yabancılara ait petrol tesislerine, yabancı işçilere, turistlere, Batı ülkelerinin büyükelçiliklerine ve kültür merkezlerine saldırılar düzenlemektedir. El-Kaide açısından Yemen’in coğrafi konumu önemlidir. Körfez’de petrol zengini ve ABD’nin konuşlandığı ülkelerin yanı sıra Mısır, Etiyopya ve İsrail gibi ABD’nin diğer müttefiklerine yakınlığı ve iç karışıklık ve ekonomik yetersizlikler nedeniyle kontrolü yeterince sağlayamayan Sudan benzeri zayıf bir hükümete sahip olunması, Yemen’i radikaller açısından ideal bir konuma getirmektedir. Radikal Salafilerin tıpkı Suudi Arabistan’da Şiilerle saldırmaması gibi Yemen’de de toplam nüfusun %40’ını oluşturan Zeydi Şiilere karşı saldırı düzenlememesi dikkat çekicidir. Uzun bir süredir kuzeye odaklanan Yemen hükümeti ise El-Kaide konusunda yeterince çaba göstermediği için ABD tarafından uyarılmaktadır.

Kuzeyde ise adil olmayan politikalar uygulandığı gerekçesiyle meşru müdafaa yaptığını iddia eden Şiiliğin Zeydi kolundan olan Hutiler nedeniyle zorlu bir dönem yaşamaktadır. Bu bölgedeki sorun ideolojik, siyasi, coğrafi ve gelişmişlik sorunlarının bir araya gelmesi ile ortaya çıkmıştır. Bu grup 2004 yılında öldürülen liderleri olan Hüseyin Bedrettin El-Huti’den dolayı Hutiler olarak bilinmektedir. El-Huti tarafından kurulan Mümin Gençler isimli örgütün faaliyetleri Lübnan Hizbullah’ı ile belli yönlerden benzer nitelikte olup şu anda Abdul Malik El-Huti gruba liderlik etmektedir. 2004 Haziranı sonrası dönemden itibaren devam eden çatışmalar, binlerce kişinin ölümüne ve on binlerin yaşadıkları bölgeleri terk etmelerine neden olmuştur. 5 Kasım’da Suudi sınırlarına da saldırıda bulunan Hutilere Suudi Arabistan tarafından karşılık verilmesi ise Yemen sorununa Suudilerin de doğrudan müdahil bir duruma geldiğini göstermektedir.

2008 Şubat ayında Katar’ın aracılık ettiği görüşmelerde Yemen hükümeti ve isyancılar arasında varılan anlaşma neticesinde yapılan ateşkesten bir buçuk yıl sonra çatışmalar, Hutilerin kuzeydeki Sa’ada şehrini başkent Sanaa’ya bağlayan yolları kapatmaları, diğer şehirlerde de yayılmaya başlamaları ve askeri kampları basmaları ile tekrar başlamıştır. Ayrıca Sa’ada’da kendi askeri eğitim kamplarını kurma çabaları, okullar ve polis merkezlerine el koymaları da bölgede marjinal bir yapının ortaya çıkarılmak istendiğinin göstergeleridir. Hutiler, bölgelerinin gelişmemişliği ve merkezin ABD ve Batı ile ilişkileri konularında merkezi eleştirmektedir. Cumhurbaşkanı Salih, Hutilerin 1962 Devrimini reddettiklerini ve bunun yerine dine dayanan kendi devletlerini kurma amaçları olduğunu söylerken, Hutiler ise adalet istediklerini ve kendilerini savunduklarını söylemektedirler. 2004’ten itibaren 150.000’den fazla kişinin yerinden edilmesine neden olan çatışmalar nedeniyle Hutilerin hâkim olduğu Sa’ada’nın belli bölgelerinde bölgeye yardım kuruluşlarının girmesine de izin verilmemektedir.

Körfez’de kökten dinci ve Batı karşıtı gruplar ile Irak savaşı sonrası değişen Sünni-Şii dengeleri nedeniyle etkisini artıran İran’ın diğer ülkelerle rekabeti oldukça karmaşık bir durum ortaya çıkartmaktadır. Körfez’de radikal İslami gruplar karşısında en fazla baskı altında olan iki ülke ise Suudi Arabistan ve Yemen’dir; ancak dünyanın en zengin ülkelerinden olan Suudi Arabistan tarafından alınan önlemler ile Arap ülkelerinin en fakirlerinden olan Yemen’in zayıf durumdaki hükümetinin konumu farklıdır. Yemen hükümeti ve Suudi Arabistan tarafından Hutilere yardımla suçlanan İran ise bu suçlamaları kabul etmemekte, Hutilerin hükümetteki yolsuzluklar ve iç anlaşmazlıklar nedeniyle çatıştığını söylemektedir.

Hutiler Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih tarafından İran’ın para ve silah desteğini almakla suçlanmaktadır ve yakın bir dönemde Yemen medyasında İran’a ait bir gemi tarafından ülkeye yasa dışı yollardan silah sokulmaya çalışıldığı haberleri yayınlanmıştır. Ancak dış destek alındığı Hutiler tarafından kabul edilmemektedir; desteğin iç kaynaklardan geldiğini söylemektedirler. Hutiler tarafından suçlanan ve bölgede İran’ı uzun süredir tehlike olarak gören Suudi Arabistan da olayları tetiklediği iddiasıyla İran’ı suçlamaktadır. Bu suçlamalar ve çatışmanın Sunni-Şii boyutu özellikle Suudi finansmanlı medya tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. Bununla birlikte, İran ve Suudi ilişkilerindeki rekabetin mezhep farkının ötesinde bölgesel liderlik, ABD ile ilişkiler ve nükleer tehlikesi üstüne kurulu olduğu unutulmamalıdır. Böylece, Arap ülkelerinin İran karşıtlığı safına Yemen hükümeti de katılmıştır. Dolayısıyla Arap Girişimi’nde sıralanan şartlar yerine İsrail ilişkilerinde normalleşmeye doğru geçiş, bir anlamda İsrail ve bu ülkelerin ortak düşman olan İran karşıtı tutumlarından dolayı güçlenmektedir. Sünni-Şii boyutu ön plana çıkartılarak iç savaş haline dönüşen olayların dışında Yemen, iki gücün çatışma alanına dönmüştür. Yemen’in kuzeyinde İran destekli ve İran benzeri bir oluşumun gerçekleşmesi ise Yemen’in dahilinde 10 km. tampon bölge oluşturulmasını talep eden Suudi Arabistan açısından sınırlarında bir düşman yaratılması anlamındadır.

Hutiler ayrılıkçı bir hareket olarak iç kaynaklı bir sorunun parçası mıdır yoksa olayların devamını bölgesel tetikleyiciler mi sağlamaktadır sorusu ise bölgedeki belirsizlikler nedeniyle uzun bir süre daha sorulmaya devam edecek gibi görünmektedir.


sacikalin8@gmail.com

Serpil Açıkalın, USAK Ortadoğu Araştırmaları Merkezi
9 Aralık 2009, Çarşamba