10 Şubat 2009 Salı

Irak Yerel Seçimleri


Serpil Açıkalın-USAK


Zaman içinde istilanın bahanesi, Irak'ı kitle imha silahlarından(KİS/WMD) temizlemekten, Irak halkını Saddam Hüseyin'in diktatörlüğünden kurtarmaya dönmüştür. Zamana ve zemine göre vurgu değişmiştir., bazan her iki fikir bir arada kullanılmıştır. Fakat savaş yaklaştıkça, gerçekten, vurgu git gide Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra Irak halkının kendi kendini yönetmesinin onlara imparatorlukça(imperial) öğretilmesinin gereğine kaymıştır. [1]


31 Ocak tarihinde gerçekleşen Irak vilayet seçimlerinin ilk resmi sonuçları Cuma günü itibariyle açıklanmaya başlanmıştır. Irak Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu’nun((IHEC)) talebi ile Türkiye’deki araştırma kuruluşları ve üniversitelerden Irak’a seçim gözlemcisi olarak giden 24 kişi içinde 5 kişilik USAK ekibi de vardı. Yerel seçimler 18 vilayetin 14’ünde yapıldı. Kürt bölgesindeki 3 vilayet (Duhok, Süleymaniye, Erbil) ve Kerkük vilayetinde seçimlerin daha sonra gerçekleştirilmesi beklenmektedir. Kerkük seçimleri vilayet üzerine tartışmalar sona erene kadar yapılmayacak, Kürt bölgesindeki seçimler ise Kürt Ulusal Meclisi’nin talep ettiği zaman yapılacaktır. Irak Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Farac El Haydari’nin verdiği bilgiye göre seçim alanında uluslararası gözlemci niteliğinde Amerika, Avrupa Birliği, Türkiye ve Arap Birliğinden yaklaşık 700 kişi görev almıştır.[2]

2005 yılında Sünniler tarafından boykot edilen seçimler, bu yıl tüm tarafların katılımı ile gerçekleşmiştir. Seçimlerde dikkat çeken hususlardan bir tanesi 4 yıl önceki seçimlerde ittifak olarak katılım sağlayan Şii partilerin bu yıl rakip olarak seçimlere katılmış olmasıdır. Diğer bir dikkat çekici nokta ise 6 günlük seçim dönemi boyunca (Bağdat’taki şahsi gözlemlerime dayanarak) ülkenin önde gelen dini lideri Ayetullah Al-Sistani’nin posterlerinin çok sınırlı olmasına karşın, diğer parti adaylarının posterlerinin yoğun olarak halka açık alanda sergilenmiş olmasıdır. Son seçimlerde daha çok seküler, merkeziyetçi ve ulusal bilince vurgu yapan partilere (Iyad Allavi grubu örnek verilebilir) halkın desteğinin arttığı görülmektedir. 2005 yılında gerçekleşen seçimlerde yoğun olarak mezhebe dayalı bir ayrımlaşma yaşanmış, 2009 Ocak ayında ittifakların ayrı partilere bölünmesi halkın daha az mezhebe dayalı bir karar vermesini sağlamıştır.

Irak halkı ile kurduğumuz diyalogda herhangi bir mezhebi temsil etmeyen ve daha laik adayların talep edildiğine şahit olduk. Diğer bir talep ise petrol gelirlerinin adil dağılımını sağlayabilecek olan adayların seçimi kazanması şeklindeydi. Bağdat’ta Türk ekibi olarak gözlemlediğimiz, 2006-2007 yıllarında yaşanan yoğun şiddet ortamı ile karşılaştırıldığında hayatın giderek normalleşmeye başladığı ve sokaklardaki güvenliğin ise büyük ölçüde Irak askerlerine devredildiği şeklinde oldu. Konuşmalarımızda aldığımız bilgiye göre Irak’ta 400 dolar civarında olan aylık maaştan dolayı polislik için yoğun bir talep var ve eğitim seviyesi düşük olup iş bulamayan erkekler sokaklarda polislik başvurularını yapmak için uzun kuyruklar oluşturuyorlar.

En fazla sandalyeye sahip olan Bağdat Meclisi için aday sayısı 2371 iken toplamda 440 sandalye için 14431 aday yarışmıştır. Bu kadar fazla adayın bulunduğu seçimlerde hemen her duvar parçası adayların kampanya posterleri ile kaplıydı. Posterlerde “Değişim sizin elinizde”, “Yaşamınız değerli” gibi sloganlar yazmaktaydı. Seçimin kesin sonucunun 23 Şubat’ta açıklanacağı söylenmekle birlikte, seçim merkezlerinde yapılan sayımlardan gelen en son haberlerde, %51 civarında oy kullanımının olduğu ve Maliki grubunun önde gittiği bildirilmektedir. Henüz %90 sayım yapılan seçimlerle ilgili olarak, en büyük iki vilayet olan Bağdat’taki oyların %38’ini ve Basra’daki oyların %37’sini alan Irak Başbakanı Maliki’nin lideri olduğu Hukuk Devleti Koalisyonu (Davlat al-Kanun), 14 seçim bölgesinin dokuzunda birinci parti olmuştur.[3] 15 milyonun üstünde seçmenin bulunduğu ülkede, tam anlamıyla adil seçimlerin yapılması zaten beklenmemekle birlikte, seçim günü güvenlik nedeniyle arabaların öğleden sonra geç saatlere kadar çalışmaması ve gıda dağıtım listelerinde göre listelenen seçmenlerin seçim günü listelerde isimlerini bulamaması seçimlerde oy kullanma oranının düşmesinde etkili olmuştur. Seçimlerin yapıldığı okullarda görev alan yetkililer genel olarak seçmenleri yönlendirmekte başarılı görülmekle birlikte, günün ilk saatlerinde Bağdat’ta katılımın düşük olduğunu gözlemledik. Bunun sebeplerinden birisinin, 2005 seçimlerindeki ortamdan dolayı ilk saatlerde güvenlik endişesi olan ailelerin, daha güvenilir bir ortamın oluşmasını beklemek üzere beklemesi olarak da yorumlanabilir.

Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu Başkanı’nın “Saddam Hüseyin'in devrilmesinden itibaren gerçekleştirilen en önemli seçim” olarak nitelendirdiği[4] 31 Ocak Irak yerel seçimleri, 2003 ABD işgali sonrası için ülkenin istikrar ve demokrasi yolunda ilerlemesini ölçen bir test olarak görülmektedir. En yüksek katılımın %65 ile Kuzey Irak’taki Sünni vilayet olan Selahaddin’de gerçekleştirildiği seçimlerde, en düşük katılım ise %40 ile Sünni vilayet olan Anbar’da gerçekleşmiştir. Bu katılım 2005’te gerçekleşen seçimlerde Anbar vilayetinde sadece %2’dir. Çok ciddi şiddet olaylarının yaşanmadığı seçim sürecince yoğun güvenlik önlemleri alınmıştır. Seçimlerin sonucu yıl sonunda yapılacak olan parlamento seçimleri için de bir gösterge niteliğindedir. Maliki, güneydeki neredeyse tamamı Şii olan bölgede ve Bağdat’ın doğusunda birinci parti konumunda, diğer bölgelerde ise ikinci ya da üçüncü sıralardadır. Maliki için en önemli kampanya sloganları işgal sonrası güvenliğin hükümeti döneminde sağlanmış olması, merkezi hükümetin güçlendirilmesi ve mezhepçiliğin rolünün azaltılması şeklindedir. 2005’te pek çok Sünni tarafından boykot edilen seçimlerde, Şiiler ve Kürtler büyük oranlarda vilayet konseylerinde sandalyeye sahip olmuştur. Maliki’nin Hukuk Devleti Koalisyonu Partisi'ni, Irak İslam Yüksek Konseyi ve Mukteda al-Sadr grubu takip etmektedir. Seçimler merkezi sistemden giderek uzaklaşan ülkede özel bir öneme sahiptir. Vilayet yöneticisini seçme yetkisine sahip olacak olan vilayet meclisi üyelerinin seçildiği bu seçimlerde, 2008 Vilayet Kanunu, vilayet meclisine ve valiye bazı önemli yetkiler vermektedir. Vilayet meclisleri tarafından seçilecek olan valiler temel hizmetlerin Iraklılara ulaştırılmasından sorumlu olacak, polis atama ve görevden alma yetkisi olacak ve merkezi hükümet ile vilayet arasındaki ilişkiyi sağlama gücüne sahip olacaktır. Irak Anayasası’na göre bir veya birden fazla vilayet, vilayet meclisinde yeterli çoğunluğu sağladığı takdirde özerklik talebinde bulunabilmektedir.

Obama da, seçimleri Irak halkının gelecekteki sorumluluğu devralması yolunda önemli bir adım olarak nitelendirmiştir. ABD’li yetkililer bu seçimlerin Irak’ın demokratik gelişiminde önemli bir dönüm noktası olacağını ifade etmektedirler. Ayrıca çekilmenin gerçekleşmesi için düşük yoğunluklu bir şiddet ortamında gerçekleşen seçimler teşvik edici niteliktedir. Zaten 31 Ocak seçimlerinin tam adil gerçekleşmesinden daha önemli olan nokta da kayda değer çatışmaların yaşanmamış olmasıdır.


Not:Ziyaretimiz süresince gösterdikleri ilgiden dolayı başta Bağdat Büyükelçimiz Derya Kanbay olmak üzere,tüm Büyükelçilik çalışanlarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz.


[1] Seifudein Adem, Irak’taki Savaş ve Çatışmacılık İdeolojisi, Derl. Bülent Aras, Irak Savaşı Sonrası Ortadoğu, Tasam Yayınları, İstanbul:2004, s.111.
[2] http://www.usakgundem.com/haber.php?id=29555
[3] http://en.aswataliraq.info/?p=107585
http://en.aswataliraq.info/?p=107581
[4] http://edition.cnn.com/2009/WORLD/meast/02/01/iraq.election/index.html?eref=rss_world


Serpil Açıkalın
USAK Ortadoğu Araştırmaları Merkezi
09 Şubat 2009
sacikalin8@gmail.com

HAMAS KRONOLOJİSİ

Hazırlayan: Serpil Açıkalın -USAK Orta Doğu Araştırmaları Merkezi
sacikalin@usak.org.tr


HAMAS KRONOLOJİSİ (Müslüman Kardeşler’in ilk Yıllar Filistin Faaliyetleri Dahil, 1928-2007 Eylül)


1928: Müslüman Kardeşler Örgütü, Hasan El-Benna tarafından Mısır’ın İsmailiye kentinde kuruldu. Hamas, Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Filistin’de kurulan alt koludur.

1935: Hasan El Banna’nın kardeşi Abdülrahman El Benna, Kudüs müftüsü ve dönemin İslam Konseyi Başkanı Hacı Emin El Hüseyni’yi ziyaret ederek Müslüman Kardeşler’in Filistin’deki ilk örgütlenmesini başlattı.

Müslüman Kardeşler, sonraki yıllarda İsrail devletinin kurulması çabalarına karşı bölgede ortaya çıkan Filistin isyanlarında ve 1948 savaşlarında aktif rol alarak bölge halkının sempatisini kazandı.

26 Ekim 1945: Müslüman Kardeşler Kudüs’te resmi olarak ilk ofisini açtı. Hacı Emin El Hüseyni Müslüman Kardeşler’in Filistin’deki lideri olarak belirlendi.

1960’lar: Müslüman Kardeşler’in Gazze’deki faaliyetleri, merkezi Mısır’da bulunan örgütün Mısır yönetimi ile ilişkisine bağlı olarak zaman zaman aksamalara uğradı. Özellikle Nasser ve Arap Milliyetçiliği ideolojisi ile ters düşen örgüt, 1967’de Arapların hezimete uğradığı savaşı ”ilahi bir ceza” olarak yorumladı.

El Fetih 1967 savaşı sonrası Filistin Milliyetçiliğini savunan görüşleriyle ön plana çıktı. Müslüman Kardeşler için öncelik, El Fetih’in aksine, İsrail işgaline karşı silahlı mücadele yerine toplumun İslami dönüşümünün gerçekleşmesiydi. Bu düşünce farklılığı İsrail tarafından kullanılarak El Fetih’e karşı Hamas’a maddi destek verildi.

1973: Müslüman Kardeşler örgütünün HAMAS’a dönüşmesinde milad kabul edilen İslam Derneği kuruldu (El-Mucemma El-İslami). Kurucular arasında Şeyh Ahmed Yasin, Salim Şurrab, Ahmad İbrahim Dalloul, İsmail Abu El Avf, As’ad Hassaniyya, Mustafa Abd-al El, Abd-al Hai, Abd-al El, Lutfi Şubeyr, Yakub Abu Kuveyk, Ahmad Abu El Kas, İbrahim El Yazuri, Abdulaziz Rantisi, Mahmud Zahhar da vardır.

Dernek başlangıçta bir camii olarak kuruldu ancak sonrasında klinik, okul, gençlik klubü, anaokulu gibi sosyal faaliyetlere de başladı. 1979 yılında 2000’e ulaşan üye sayısı ile birlikte, İsrail tarafından derneğe “yardım kuruluşu” olarak yasal faaliyet lisansı verildi.

Özellikle camilerde yayılan dernek fikirleri Gazze İslam Üniversitesi’nin kurulması ile faaliyetlerini daha da yoğunlaştırdı.

İran Devrimi ve Camp David görüşmeleri sonrası Mısır’ın Arap Dünyasından izole olması ve 1982 yılında gerçekleşen Lübnan iç savaşı sırasında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün aldığı darbeler, Müslüman Kardeşler’in daha da güçlenmesini sağladı. Değişen bölge koşulları Filistin gençliğinin siyasi konulara olan ilgisini arttırdı. Ancak Müslüman Kardeşler için toplumun İslami dönüşümü henüz gerçekleşmediğinden silahlı mücadele için hala erken sayılıyordu.

8 Aralık 1987: Birinci intifada başladı. 9 Aralık’ta Şeyh Yasin ve örgütün üst düzey yetkililerinin yaptığı toplantılar sonucu işgale karşı silahlı direniş için beklenen zamanın geldiğine karar verildi. Hamas halk ayaklanmasına çeşitli düzeylerde katıldı ve El Fetih’ten sonra ikinci büyük siyasi hareket haline geldi.

14 Aralık 1987: Gazze’de patlak veren birinci intifada sonrası HAMAS(Hareket El-Mukavvama El- İslamiyye) kuruldu ve örgüt adına ilk bildiriler dağıtılmaya başlandı.

01 Ağustos 1988: Ürdün Kralı Hüseyin, Batı Şeria ile olan tüm idari ve hukuki bağlarını kestiğini, 1.300 Filistinliye tanıdığı Ürdün pasaportu kullanma hakkını kaldırdığını ilan etti. Bu karar FKÖ’nü bağımsızlık ilanına zorladı ve HAMAS-FKÖ arasındaki bölünmenin başlangıcı oldu.

18 Ağustos 1988: Hamas, kuruluş felsefesini, örgütün ideolojisini, sosyal ve ekonomik anlayışını ve İsrail karşısındaki pozisyonunu ortaya koyan ve “Hamas Anayasası” olarak adlandırılan 36 maddelik belgeyi yayınladı.

Besmele ile başlayan bu anayasada “Örgütün amacı İslam, rehberi peygamber, anayasası Kur’an’dır”(md.5) ifadeleri kullanıldı ve örgüte bağlılık iman ile özdeşleştirildi(md.7).

1989: Hamas militanlarının İsrail’e karşı düzenlediği saldırı sonrasında, İsrail Hamas’ı terörist bir örgüt olarak ilan etti. Şeyh Ahmed Yasin ömür boyu hapse mahkûm edildi.

1991: İngiliz Manda Yönetimi’ne ve Filistin’deki Siyonist örgütlenmeye karşı yürüttüğü mücadele ile tanınan İzzettin El–Kassam’ın (1880–1935) adını taşıyan Hamas’ın askeri kanadı İzzettin Kassam Birlikleri 1991’de kuruldu.

1991 yılında İzzettin Kassam Tugayları, “Filistin’i kurtarmak ve Filistin halkının haklarını geri almak, Kuran’ın, Sünnetin ve diğer İslam alimlerinin bildirdiklerine uygun olarak direnişe katkıda bulunmak” amacıyla direnişe geçtiğini duyurdu.........http://www.usak.org.tr/rapor.asp?id=25

Gazze Saldırıları Sonrası Arap Barış Planı Mümkün mü?

Serpil Açıkalın



18 Ocak tarihinde gerçekleştirilen ateşkes ve 3 hafta süren saldırılar sonrası bilançonun çıkarılması için gerekli olan envantere sahibiz. 2006 yılında gerçekleşen 33 günlük Hizbullah-İsrail savaşında -eğer başarıyı İsrail tarafında verdirilen ölü sayısı ile ölçeceksek- Hizbullah’ın öldürdüğü 120 İsrail askeri ve 40 sivil ile bugün Hamas tarafından öldürülen 9 asker ve 4 siville karşılaştırırsak, Hizbullah hedefine ulaşmada daha başarılı olmuştur diyebiliriz. Ayrıca Hizbullah’ın İran’la ideolojik ve daha derin bağlara sahip olması dışında, Lübnan’da 19 kez ertelenen cumhurbaşkanlığı oylamasında gösterdiği direniş sonucu veto hakkına sahip bir şekilde ‘kazanan taraf’ olması savaş sonrası yaşananlardan olmuştur. Devletin elektrik dahi veremediği yerlere elektrik ulaştıran ve savaşta zarar görenlere yüksek tutarlı maddi yardımda bulunan Hizbullah için yaşanan olumlu hava, İsrail’e tam tersi bir şekilde yansımıştır. Olmert hükümetine karşı ülke içinde artan eleştiri ve gösteri zincirleri ile birlikte 1 yıl önce yayınlayan Winograd raporu da savaşın bilançosunu gözler önüne sermiştir. Olmert’in istifası sonrası yeni hükümetin kurulmasında Tzipi Livni’nin başarılı olamayışı neticesinde görevine hala devam eden Olmert, görevden ayrılmak için Şubat ayını beklemektedir. Hizbullah tarafında ise büyük bir altyapı tahribatı ile birlikte 1200’ün üstünde sivil can kaybı yaşanmıştır.

Bugün Gazze’deki bilançoya baktığımızda ise BM rakamlarına göre Gazze’de ölü sayısı 1314 iken(dörtte üçü sivil), İsrail tarafında sadece 4 sivil ve 9 asker ölmüştür. Aşırı sağcı İsrail Evimiz Partisi lideri Avigdor Lieberman’ın da “onurun tekrar kazanılması” şeklinde tanımladığı operasyon sonrasında tek taraflı bir ateşkes ilanı yapılmıştır. Olmert’in, Hamas’ın taraf olmasını istemediği, çünkü bunun Hamas’ı meşru kabul etmek anlamına geldiği şeklindeki yaklaşımı, Mısır ve ABD tarafından da kabul görmüştür. Burada her iki taraf da zafere ulaştığını iddia etmektedir. 3 haftalık saldırının ardından Olmert’in istenilen hedefe ulaşıldığını belirtmesi yanında, Halid Meşal'in de zaferin Hamas tarafından kazanıldığı şeklindeki açıklaması kafaları karıştırmıştır. İsrail’in, operasyonun başlangıcında hedef olarak gösterdiği roketler ateşkes açıklandığı sırada da devam etmiştir. Bu durum, ateşkesin roket saldırıları bitirildiği için yapılmış olmadığını göstermektedir.

Hamas’ın görüşmeler öncesindeki ateşkes için ön şartları 6 aylık bir ateşkes, sınırların açılması ve hava-kara-deniz sahalarının kullanılabilmesiydi. 3 haftalık saldırı sonrası Obama’nın görevini devralması öncesi Cumartesi günü, İsrail tarafından tek taraflı ateşkesin ilanı, nasıl ki saldırılar öncesi görüşüldüyse, sonrasında da Mısırlı ve İsrailli yetkililerin yaptığı bir ön görüşme sonrası yapılmıştır.

Cumartesi gecesi İsrail tarafından yapılan tek taraflı ateşkes duyurusunda eksik olan bazı hususlar vardır: Her ne kadar Olmert, görevin başarıyla yerine getirilmiş olduğunu söylese de, ateşkesin şartları hala belirsizdir. Hamas’ın taleplerinden bir tanesi olan İsrail askerlerinin Gazze’den çıkarılması üç gün sonra tamamlanmış olsa da, sınırlar, uluslararası görüşmeler ya da Hamas’la varılan herhangi bir anlaşma mevcut değildir. Buradaki temel soru: “Nasıl ki barış anlaşmaları karşılıklı yapılıyorsa ve nasıl ki 6 ay süren zımni ateşkes karşılıklı yapıldıysa en son ateşkesinde iki taraflı yapılması gerekmiyor mu?” şeklindedir. Operasyon sonrası İsrail, caydırıcılık özelliğini tekrar kazandığına inanmaktadır. İsrail ateşkes ilan ederken umulan, Hamas’ın Mısır tarafından ikna edilmesi olmuştur. Burada eksik olan bir diğer husus, ilan edilen ateşkes süresince gözlemcinin kim olacağıdır. Çünkü 6 ay süren ateşkeste her iki taraf da ateşkesi kimin deldiği hususunda birbirlerini suçlamışlardır. Ayrıca şartları belli olmayan bir ateşkesin sonu yine ateşkesin roketlerle ya da hava saldırıları ile bozulması olacaktır.

Tüm bu olanlar karşısında zaten azalmış olan itibarını daha da kötüleştiren, uluslararası kurumlar olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurumu olan ve Bosna, Ruanda, Somali gibi ülkelerde başarısızlığı tekrar kanıtlanan Birleşmiş Milletler, kaybeden taraflardan birisi konumundadır. BM Genel Sekreteri tarafından saldırıların üçüncü haftası bölge ülkelerine yapılan ziyaret ise caydırıcılıktan çok bir iyi niyet göstergesi olarak algılanmıştır. Bugün sıcak çatışmaların yaşandığı bölgelerde uluslararası kuruluşların etkisiz kalması ve 1970’lerden itibaren bölgede etkinliği artmış olan ABD’nin Clinton dönemi sonrasında özellikle Filistin meselesinde arabuluculuk rolünü üstlenmemesi, İsrail’in istediği zaman saldırma ve istediği zaman da geri çekilme stratejisini güçlendirmiştir. Bu durumda savaş hukuku ve insan hakları bağlamında olası bir diğer saldırı için İsrailli karar alıcılara yönelik caydırıcı herhangi bir karar alınmamıştır.

Arap ülkelerine baktığımızda, Katar’ın Hamas ve Ahmedinejad’ı da davet ettiği toplantıya gelmediği halde Kuveyt’teki toplantıya gelen isimler, aynı zamanda Arap ülkeleri arasında artık iki kutuplu bir Ortadoğu’nun oluştuğunu da göstermektedir. Doha’da yapılan toplantıda, 2002 Arap Barış Planı’nın sona erdirilmesi çağrısı yapılmakla birlikte, Lübnan bu Plan’ın iptal edilmesi fikrine karşı çıkmıştır. Katar’daki toplantıya katılmayan liderler, Kuveyt’teki toplantıya katılmıştır. Kuveyt’te yaptığı konuşmada Suudi Kral Abdullah’ın Gazzelilerin bir damla kanının dahi dünyadaki tüm paralardan daha değerli olduğunu söylemesi, ateşkesin yapılmasıyla birlikte artık konuşabileceği komutunu almış olduğunu da göstermektedir. Saldırılar sonrasında Kuveyt’de yapılan toplantıda Arap liderler, altyapısı çöken Gazze için 2 milyar dolarlık bir yardımda bulunma sözü vermişlerdir. Suudi Kral, Gazze’nin yeniden yapılanması için 1 milyar dolar bağışlayabileceğini açıklamıştır. İsrail ise Gazze’ye aktarılacak olan paranın Hamas’ın eline geçmemesi için çaba gösterilmesini istemektedir. Ayrıca İsrail makamları Hamas’ın meşru görülmemesi ve Gazze’nin altyapı çalışmalarında Hamas ile bağlantı kurulmaması konusunda uyarılar yapmaktadır.

İsrail’i aşırı güç kullanmakla da suçlayan Suudi Kral, 2002 Arap Planı’nı tekrar uygulama çağrısı yapmıştır. 2002 yılının Şubat ayında Suudi Arabistan tarafından gündeme getirilen ve Mısır ve Ürdün’ün katılmadığı Beyrut’da Mart ayında yapılan zirvede Birlik üyeleri tarafından karara varılan Arap Barış Girişimi, Arap devletleri tarafından İsrail’e karşı alınmış olan ilk karardır. Tüm Arap devletlerinin İsrail’i tanıma ve ardından İsrail ile normalleşme sürecine girmesi için bazı şartlar verilmiştir. Buna göre 4 Haziran 1967 tarihinden sonra İsrail tarafından işgal edilmiş olan topraklardan(Golan ve Lübnan’ın güneyi dahil) çekilmesi, Filistinli mülteciler için ortak bir çözüme ulaşılması(BM Kararı 194) ve Doğu Kudüs başkenti olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması(Güvenlik Konseyi Kararı 1397) şartları vardır. Bu Plan’da İsrail ile savaş yerine barış için toprak ilkesi benimsenmiştir. Her yıl Arap Birliğinde tekrar gündeme gelen bu girişim, 2007 Mart ayında Suudi Arabistan tarafından yenilenmiştir. Bu girişimin ölü bir hale gelip gelmediği konusundaki tartışmalar bir yana, Arapları ortak bir fikir etrafında bir araya getirmesi ve Arap-İsrail meselesinde kapsamlı ve çözüme açık bir öneri olması nedeniyle değerlendirilmesi gereken belki de tek umuttur. Zamanın İsrail başbakanı Ariel Şaron ise Plan’dan bir ay sonra Nisan ayında başlattığı Savunma Kalkanı isimli operasyonla Filistin’i tekrar işgal etmiş ve Cenin katliamı gerçekleşmiştir. Arafat’a tecrit uygulandığı bir dönemde gerçekleşen saldırılarda, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın bölge ziyareti de bir sonuç vermemiştir.

Bu planın önemi Arap dünyasında İsrail’e karşı düşmanlıkların arttığı bir dönemde Arap Birliği tarafından genel çoğunlukla mutabakat sağlanılmış olmasıdır. Bölünmüş olduğu tekrar gözler önüne serilen Arap Dünyası’nın göreve yeni gelen Obama’ya Arap Planı üzerinde ısrar etmesi, Arapların ortak bir zeminde buluştuğunu ve barış istendiğini göstermesi bakımından fayda getirecektir.

Serpil Açıkalın
USAK Orta Doğu Araştırmaları Merkezi
23 Ocak 2009
sacikalin@usak.org.tr
........http://www.usakgundem.com/haber/29141/