23 Şubat 2008 Cumartesi

Beyrut Geleceğini Arıyor




Beyrut Geleceğini Arıyor
Serpil AÇIKALIN, Beyrut (USAK)


15 Şubat 2008, Beyrut

*** Lübnan İzlenimleri ***

Görmeden düşlerime giren ve İstanbul’dan sonra yaşamak istediğim tek şehirdeyim. Daha ilk günden Beyrut için üç gün çok az diyor insan kendi kendine.

Beyrut’un en lüks semti olan Hamra’yı gördüğünüzde Nişantaşı’ndan çok da farklı olmadığını ve Paris'te ya da Barselona’da olduğunuzu hissediyorsunuz. Her ne kadar iç savaştan kalma harabe evler ve 2006 savaşının yıkıntıları olsa da, şehre şantiye görüntüsü veren yeniden yapılanma aslında Beyrut’un geleceğe hazırlandığını da gösteriyor. Yollardaki jeepler ve kadın sürücülerin sayısı gözle görünür bir şekilde fazla. Burası diğer Ortadoğu ülkelerinden çok farklı. Ne Suriye ne de Mısır burası. İnsanlarını ve İngilizce isimleri olan dükkânları gördükten ve genel havayı soluduktan sonra birinin size Ortadoğu’da olduğunuzu hatırlatması gerekiyor.

Akdeniz’i sağınıza alarak ülkenin güneyinde Saida’ya doğru ilerlediğinizde artan fakirlik ve karmaşa dolayısıyla Ortadoğu’ya döndüğünüzü hissediyorsunuz. Burası Ortadoğu’nun en güzel limanı. Saida'da ilk felafil denemesinin ardından hayatımın geri kalanında felafil yemeyeceğime söz vererek Beyrut yollarına tekrar dönüyorum.Şehirde pek çok yerde Hariri’nin posterleri var. Bir sokaktaki Hariri posteri karşı sokaktaki Nasrallah posterine karşı duruyor. Merkezde Hizbullah'ın kurduğu yeşil renkli çadırlar var. Protesto amacıyla aylardır burada yaşıyorlar. Çadırların fotoğrafını çekmek çok zor ama yinede başarıyorum.

Beyrut sokaklarında dolaşırken, geçtiğimiz yerlerin bir Hıristiyan mahallesi mi yoksa Sünni ya da Şii mahallesi mi olduğunu Ömer bana hatırlatıyor. Ömer kendi mahallelerinin aslında Sünni mahallesi olduğunu ancak Şii otoritesinin hakim olduğunu söylüyor. Burası aynı zamanda Meclis Başkanı Nebih Berri’nin eski evinin de olduğu mahalle. Sokak girişinde Berri’nin büyük bir posteri asılı ve yollarda Şii milisleri var. Fotoğraf çekmeye izin yok ama kadın olmanın verdiği avantaj burada da hissediliyor. Bana karşı oldukça kibarlar.

13 Şubat akşamı Ömer ile yaşadıkları Sünni mahallesine girerken bir şeylerin olağan dışı olduğu hissediyoruz. Yerlerde taşlar var. Bir anda kendimizi tankların ve askerlerin arasında buluyoruz. Karşıdaki Abdülnasır Camii’nin arkasındaki Sünni mahallesinden fırlatılan taşlar bunlar. Şii milislerin karşı saldırısı sonucu bir Sünni’nin yaralandığını öğreniyor Ömer. Ömer her iki mahalleyi de gezmek isteyip istemediğimi soruyor. Bir an düşünüp evet diyorum. Ve tekrar hatırlıyorum. Burada saat yediden sonra sokaklara çıkmanın önerilmediği bir zamanda dokuzda dışarıdayız. Tankların arasından geçiyoruz, askerler normal geçişlere izin vermezken belli ki beni pek de “tehlikeli” bulmadıklarından geçmemiz çok zor olmuyor. Sünnilerin içindeyiz. Yaralıyı hastaneye götürme telaşındalar. Bir çatışmanın ortasında bir grubun içinden diğerine geçmenin herkese nasip olmadığı bu ortamda Ömer sayesinde bunu başarıyorum. Sonra tekrar askerlerin arasından geçerek Ömer’lerin mahallesine geliyoruz. Evde girdiğimizde hemen televizyonlar açılıyor ve birkaç dakika önce geçtiğimiz sokağı haberlerde izliyoruz. Ve ardından Hizbullah’ın liderlerinden İmad Mugniye’nin Suriye’de öldüğü haberi veriliyor. Ömer çok heyecanlanıyor ve bana bunun ne kadar da önemli bir haber olduğunu anlatıyor. Mahallede yaşanan olaylarda Mugniye’nin ölümü ve bir gün sonra gerçekleşecek olan gösterinin etkisinin olduğu anlaşılıyor.

14 Şubat Perşembe.. Günler öncesinden Beyrut bu gösteri için hazırlandı. Yollarda hazırlıklar başladı, yakılacak lastikler arabalarla taşındı. Yağmur ve soğuk havaya rağmen Refik Hariri suikastinden üç yıl sonra yıldönümü dolayısıyla yüz binlerce Lübnanlı Şehitler Meydanı'nda toplanmış sloganlar atıyor. Ellerde Hariri posterleri ve Lübnan bayrakları dalgalanıyor. Öldürülen Hizbullah’ın liderlerinden Mugniye dolayısıyla Hizbullah’ın da aynı gün gösterileri var. Bir yanda 14 Martçılar Suriye aleyhine, diğer yanda ise Hizbullah yanlıları İsrail ve ABD aleyhine sloganlar atıyor. Bir kez daha düşünüyorum. Lübnan geleceğini arıyor, Lübnan’da tarih yazılıyor.

Beyrut’taki son günümde kitap almam gerektiğini hatırlıyorum. Genel tavsiye üzerine Librairie Internationale’ye gidiyorum. 1915 yılında Türkiye’den göç eden Ermeni ailesinden Antranik Helvadjian beni karşılıyor. Kendisi Lübnan’da doğmuş ama çok güzel bir Türkçesi var. Niye benle Türkçe konuşmuyorsun diye çıkışıyor bir ara. Sonra tatlı bir Türkçe sohbet başlıyor. Kahveler içiliyor, gelecek sefer için sözler veriliyor. Ayrıca Lübnan’da en güzel Türk yemeklerini Ermenilerin yaptığını öğreniyoruz. Antranik amca en az 20 kez Türkiye’ye geldiğini söylüyor övünerek. Sonra ismimi yazarken bu isim bir Ermeni ismidir diyor. Benim de Ermeni olabileceğimi söylüyor. “Onlar güzeldir, sen de o yüzden güzel çıkmışsın” dediğinde ikimiz de gülüyoruz. Antranik amcaya veda etmek zorundayım çünkü Beyrut beni çağırıyor, Beyrut’taki son saatler yaşanıyor..

Mısır’a dönüş yolunda geride bıraktığım bu güzel ülke için üzülüyorum. Ortadoğu’da belki de demokrasinin en çok yakıştığı ülke burasıdır diyorum kendi kendime. Gitmek bu ülkeye sanki bir ihanet. Kalbim Beyrut’ta kalıyor. Ama tekrar ne zaman gelinir ki bu şehre? Çünkü insanlar yarınlarından emin değil. Ömer’in bir gün önce bana durumun iyiye gitmediğini ifade ederken söyledikleri aklıma geliyor. Velid Canbulat’ın savaşa gidebiliriz sözleri ve Nasralllah’ın savaş bitmedi açıklamasından bölgenin hala kaynadığı anlaşılıyor. Feyruz’un şarkısıyla Beyrut’a veda ediyorum. Min Kalben Selamun Li Beyrut…

Serpil Açıkalın (USAK Ortadoğu Araştırmaları Merkezi)
14 Şubat 2008, Perşembe
Serpil AÇIKALIN, Beyrut (USAK)