15 Ekim 2009 Perşembe

Arap Dünyasının Hal-i Pür Melâli ve Suudi Arabistan-Suriye Yakınlaşması

Geçen hafta Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz’in Suriye’ye yaptığı ziyaret hem bu iki ülke hem de bölgesel açıdan oldukça önemli sonuçlara gebe. Kral Abdullah’ın Suriye’de iki gün süren temasları sırasında birtakım ticari anlaşmalar yapıldı ve özellikle bankacılık, turizm ve sigorta yatırımları gibi projeler üzerinde duruldu.

Suudi Arabistan ve Suriye yıllık 2 milyar dolar civarında bir ticaret hacmine sahip. Yeni anlaşmalarla, ülkeye yapılan yatırımların artması (ayrıca ABD’nin ekonomik yaptırımları kaldırması seçeneği de göz önünde bulundurulduğunda)ve dolayısıyla Suriye ekonomisinin 2000’li yıllarda yaşadığı daralmanın aşılması umuluyor. Ancak bu görüşmeleri önemli kılan asıl nokta, iki ülke arasında son dört yıldır var olan gerginliğin 2009’un ortalarından itibaren kırılması ve son tahlilde bölgesel dengeleri etkileyecek yeni bir ittifaka adım atılmasıdır.


Eşlerinden birisi Suriyeli ve Rifat El-Esad'ın eşinin kız kardeşi olan Kral Abdullah, veliaht olduğu dönemde Suriye ile iyi ilişkiler geliştirdi ve geçmişte pek çok defalar ülkeyi ziyaret etti. Ayrıca, Beşşar El-Esad iktidara geldikten sonra da kendisini ziyaret eden ilk Arap lider, yine o dönemin Veliaht Prensi olan Abdullah Bin Abdülaziz idi.

Bununla birlikte, Suudi Arabistan ve Suriye ilişkileri açısından Irak Savaşı ve 2005 yılında gerçekleşen Hariri suikastı önemli dönüm noktalarıdır. Bir diğer önemli gelişme de 2008 yılında ise Suudi Arabistan’ın Suriye Büyükelçisini ani bir şekilde geri çağırması ve aynı yıl Şam’da yapılan Arap Birliği toplantısının Suudi Arabistan ve Ürdün tarafından boykot edilmesidir.

Lübnan Konusundaki Anlaşmazlık

Lübnan’da 8 Mart Grubu’nun engellemeleri sebebiyle yaşanan kabine krizinin yanı sıra, Irak’taki istikrarsızlıkta da Suriye kilit ülke konumunda. Lübnan’da, Suudi kökenli bir Sünni olan eski Başbakan Refik Hariri sayesinde Suudi Arabistan etkisi ülkede yıllarca devam etti. Bugün ise, Haziran ayından beri kurulamayan hükümet nedeniyle, ülkeye yapılan yatırımlardan turizme kadar Lübnan’daki ekonomik faaliyetlerde bir durgunluk yaşanıyor.

Hariri suikastından Suriye’nin sorumlu tutulması, Suudi Kral Abdullah’ın tahta geçtiği 2005 yılı sonrasında Suudi Arabistan-Suriye ilişkilerinin gerilmesine ve Suriye’ye yapılan ziyaretlerin bu tarihten itibaren kesilmesine neden oldu.

Suriye, 2005 sonrasında Lübnan’dan çekilmesinin ardından ülkedeki eski hâkimiyetini yeniden tesis etmekte güçlük çekse de, 8 Mart Grubu ile olan yakınlığı sayesinde sistemin aksamasında hala etkisi devam ediyor. Bu durum ise, Lübnan’da istikrarın devamını isteyen ve son seçimlerde çoğunluğu kazanan Saad Hariri’nin iktidarını destekleyen Suudi Arabistan açısından kabul edilebilir değil.

Irak'taki Çıkar Birliği

Irak’a bakıldığında ise ABD’nin Irak’ı işgali ve sonrasında Saddam hükümetinin devrilmesi, Suudi yönetimi tarafından uzun yıllardır var olan bölgesel bir riskin sona erdirilmesi olarak görülüyor.

Suriye işgal sonrası Baas rejiminin eski destekçilerine yataklık yapmıştı. Her şeye rağmen, geçen süre zarfında Suudi rejimi ve Suriye arasında Irak üzerinde bir çıkar birliği oluştu. Irak’ın güneyinde kuzeye benzer bir yapılanma ile Şii hâkimiyeti kurulması gibi bir olasılığın söz konusu olması durumunda Sünnilerin merkezde petrolsüz bir bölgede kalması ne Suriye’nin ne de Suudi Arabistan’ın tercih edeceği bir seçenek.

Diğer bir konu ise Maliki yönetiminin Suudi Arabistan ve Suriye ile ilişkileri meselesi. Irak’ta Merkezi Hükümet Başbakanı olan Maliki, Suudi yönetimi tarafından mezhepçilikle suçlanıyor. Irak’ta yaşanan 19 Ağustos saldırılarıyla ilgili olarak da, Maliki’nin Suriye'ye yönelik tüm suçlamalarına karşın, Suriye’nin haklılığı Suudi Arabistan tarafından dile getiriliyor. Bu noktada, Irak’ta yaklaşan Ocak seçimleri öncesinde Suriye ve Suudi Arabistan'ın Irak konusunda yakın görüşte olduğu görülüyor.

Bunua karşın, yıllardır bölgede devam eden İran ve Suudi Arabistan rekabeti Suriye’nin Suudi Arabistan’dan ayrı bir kampta konuşlanmasına neden olmuştur. Bölge yıllardır Ilımlı Blok(Ürdün-Suudi Arabistan-Mısır) karşısında Suriye-İran-Hizbullah ve Hamas bloğu mücadelesine şahit. Ancak son dönemde yaşanan gelişmelere bakıldığında, Türkiye’nin aracılık ettiği Suriye ve Suudi Arabistan görüşmelerinde pek çok faktörün bir araya gelmesi iki ülkenin yakınlaşmasını gerekli kıldığı görülmektedir.

Yukarıda sıralananlara ek olarak, iki ülke yakınlaşmasında etkili olan bir diğer faktör ise ABD’de Obama’nın yönetime gelmesinden itibaren İsrail’in geçmişte olduğundan daha büyük bir oranda ABD ile ayrılığa düşmesi meselesi. İsrail’de sağcı hükümet tarafından izlenen politikalar gösteriyor ki, İsrail’in ABD üzerindeki yükü giderek ağırlaşmakta ve Suudi Arabistan tarafından ortaya atılan Barış Girişimi’nin uygulanması zorlaşmakta. Devam eden yerleşimlerden vazgeçmeme politikasının yanı sıra, son haftalarda yaşanan Mescid El-Aksa gerilimi nedeniyle de İsrail, gerek müttefik gerekse tehdit olarak algılanan ülkelerden eleştiri alıyor. Tüm bu gelişmeler göz önüne alındığında görülmektedir ki, Esad hükümeti son dönemde izlenen izolasyon politikasını kırmak için İsrail’in müttefik ülkeleri üzerinde yoğunlaşmıştır; böylece Esad hükümeti, hem İran’dan alınan destek devam ederken hem de uluslararası konumu ile birlikte ekonomisini güçlendirmeye yönelik önlemler almıştır. Bu noktada Esad rejimi ile kurulacak bir yakın ilişki,dolaylı olarak Şam’da bulunan Hamas Siyasi Büro lideri Halid Meşal üzerinde uzlaşmaya dönük bir etki yaratabilir. Böylece, Suriye ve Suudi Arabistan Mısır’da benzer bir rol üstlenerek Filistinli gruplar üzerinde uzlaşmaya dönük görüşmeler gerçekleştirebilir.

Sonuç olarak son görüşmeler, son yıllarda daha görünür olan ve en son Gazze olaylarında tekrar gündeme gelen Araplar arası kutuplaşmanın giderek azaldığını göstermektedir. Karmaşık yapıdaki ilişkiler yumağı ve ABD’de iktidarın el değiştirmesi sonucu değişen politikalar neticesinde, Ortadoğu’daki ABD müttefikleri bölgesel çıkarları doğrultusunda yeni ittifaklar oluşturmakta ve Ortadoğu bölgesinde yeni bir yapılanmaya doğru gidilmektedir.

Serpil Açıkalın- USAK Ortadoğu Araştırmaları Merkezi
14 Ekim 2009, Çarşamba

12 Ekim 2009 Pazartesi

USAK Yayınlarından İki Yeni Kitap: Hangi Ermeni Sorunu? ve Bundan Sonrası: Senaryo Analizleriyle Türkiye-AB İlişkileri


USAK (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu) 2 yeni kitapla yayınlarını sürdürüyor.

Son olarak Doç. Dr. Mehmet Özcan, Fatma Elmas, Mustafa Kutlay ve Ceren Mutuş'un ortak yazarlığı ile kaleme alınmış olan "Bundan Sonra? Senaryo Analizleri İle Türkiye-AB İlişkileri" adlı kitap ile yazarlığını Doç. Dr. Sedat Laçiner'in yaptığı "Hangi Ermeni Sorunu" adlı kitaplar yayınlandı.

USAK yayınlarına seçkin kitapçılarda ulaşılabilir. Ayrıca tüm D&R şubelerinden de kitaplar temin edilebiliyor.

Genel bilgi için (0312) 212 28 86-87 aranabilir.


*** "HANGİ ERMENİ SORUNU?", Yazar: Sedat Laçiner ***

Kitap Hakkında Genel Bilgi:

Bu kitapta Ermeni Sorunu, gerek Türkiye’nin Kafkasya politikaları gerekse iç politika ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri göz önünde bulundurularak tarafsız ve çok boyutlu bir şekilde tartışılmıştır. Çalışmanın temel amacı hem tarihsel hem de uluslararası ilişkiler perspektifi ile konuya yaklaşmak, sorunları tanımlamak ve gerektiğinde çözüm yolları ortaya koymaktır. 10 Ekim’de Ermenistan ile imzalanacak olan normalleşme Protokolü de göz önüne alındığında yıllardır gündemden düşmeyen Ermeni meselesi, Türkiye’nin sayılı Ermeni uzmanlarından ve daha önce bu konuda pek çok esere imza atmış olan USAK Başkanı Doç Dr. Sedat Laçiner tarafından yazılmıştır.


*** BUNDAN SONRASI: SENARYO ANALİZLERİYLE TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ, Yazar: Mehmet Özcan, Fatma Elmas, Mustafa Kutlay, Ceren Mutuş ***

Kitap Hakkında Genel Bilgi:

Bugün için Avrupa bütünleşmesi ciddi bir ‘varoluşsal kriz’ ile uğraşmaktadır. Anayasa referandumları sonrasında artan meşruiyet/kimlik bunalımı, son gelişme dalgasının yarattığı yönetişim problemleri ve küresel finansal krizin etkileri, AB’nin içinden geçtiği krizin başlıca boyutlarını oluşturmaktadır. Bu ortamda Avrupalı liderler hâlihazırdaki iç sorunlarını çözebilmek ve yarının dünyasında yerini alabilmek için cesur bir söylem ve kuvvetli bir irade ortaya koymak durumundadır.

Türkiye’nin AB için önemi de bu noktada ortaya çıkmaktadır. Zira Türkiye-AB ilişkileri bir ülkenin bir Birliğe üye olma çabasından daha fazlasını ifade etmektedir. Bu süreçte AB de kendi hayati sorunlarıyla yüzleşmekte ve önemli kararlar vermeye zorlanmaktadır. Örneğin, Avrupa’nın farklı kültürleri kucaklayıcı kozmopolitan kimlik ideali ile kültürel özcü söylemlerle temellendirilen ‘ötekileştirici’ fikirler arasındaki çatışma, çoğulcu bir Avrupa kimliğinin oluşumu için kritik sorunsallardan başlıcasını oluşturmaktadır. Türkiye-AB ilişkileri de, kaydedilen aşama itibariyle, bu sorunsalı su yüzüne çıkaran bir süreci ifade etmektedir. Türkiye’nin üyelik süreci, AB’yi yalnızca kimlik perspektifinden zorlamamaktadır. Coğrafya, kurumsal-siyasi yapı ve en önemlisi küresel dünyada oynadığı rol bakımından da Türkiye, Avrupa’nın geleceği tartışmalarına yeni bir boyut getirmektedir. Kıtasal bir güç olarak kalmakla küresel bir güce dönüşme arasında gerilim yaşayan Birlik, bu gerilimini Türkiye ile ilişkilerine yansıtmaktadır.

Elinizdeki kitapta, başta Kıbrıs konusu olmak üzere, değişik konularda AB’nin Türkiye’ye karşı takındığı dışlayıcı ve zaman zaman hakkaniyet sınırlarını aşan belirsiz tutumu, Birliğin içinde bulunduğu gerilimleri erteleme çabasının bir parçası olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği, Kıbrıs sorunu başta olmak üzere birtakım ‘teknik’ konuların çözümüne olduğu kadar, AB’nin 21. yüzyılda kendisini nasıl konumlandıracağı ve nasıl bir gelecek tasavvur ettiği ile de yakından ilgilidir.

Yukarıda çizilen çerçeveden hareket eden elinizdeki çalışmanın ilk kısmında son dönem Türkiye-AB ilişkileri hukuk, siyaset, uluslararası ilişkiler ve ekonomi perspektiflerinden değerlendirilmeye çalışılmış ve ilişkilerin karmaşık yapısını anlamlandırabilmek için interdisipliner bir yaklaşım geliştirilmesi amaçlanmıştır. Bu sayede Türkiye-AB ilişkilerinin biri diğerlerine feda edilemez boyutlarının olduğu ve tüm boyutların birlikte ele alınması gereği üzerinde durulmuştur. Türkiye-AB ilişkilerinin 2009 sonrası dönemde yeni bir düzleme geçebileceğini öngören çalışmanın ikinci kısmında ise senaryo analizleri ile AB’nin Türkiye’ye karşı takınacağı değişik tutumların muhtemel etkileri üzerinde durulmuştur. Bu kısımda AB perspektifinden bir analiz yapılmış, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğinin sembolik, ekonomik ve stratejik anlamı tartışmaya açılmıştır.


**** USAK Kitaplarıyla ilgili iletişim adresi ***

http://www.usak.org.tr/yayinlar2.asp

Nuray Özkan, USAK Halkla İlişkiler
Mebusevleri Mah. Ayten Sok. No:21 Tandoğan / Ankara
Tel : (0312) 212 28 86 Faks : (0312) 212 25 84

Web siteleri : www.usak.org.tr, www.usakgundem.com, www.turkishweekly.net

E-mail : merkez.usak@gmail.com

*** Kitabın Satış Noktaları: ***

• USAK Merkez Binası, Kitap Satış Reyonu
• D&R Mağazaları
• İnternet Kitap Satış Siteleri
• USAK İnternet Kitap Satış Bölümü
• Dost Kitabevi
• Ankara Akçağ Kitabevi, İnsancıl Kitabevi (Eskişehir), Kitapyurdu, Idefix ve diğer seçkin kitabevleri
• Ayrıca USAK Sekretaryası ile bağlantıya geçilmesi durumunda kargo ile adrese teslimat da yapılmaktadır.

Regional Improvements and Turkish-Syrian Relations

The relations between Turkey and Syria gained a new dimension last week as a result of the continuing negotiations of the High Level Strategic Cooperation signed by the Turkish and Syrian leaders. Many commenders interpreted the meeting very positively and on the day after the meetings Syrian newspapers covered the issue on their front pages. The main emphasis has been on the revised economic and social relations between the cuntries.

Turkish-Syrian relations have gained strength since the beginning of the 2000s. Despite criticisms, the visit of ex Turkish President Ahmet Necdet Sezer to Syria for the funeral of Hafez Al-Asad was perceived as an olive branch and the initiative is still recalled by Syrians. Turkey has followed a stable policy towards Syria, which has been isolated by the West, subjected to economic sanctions particularly after September 11, and has faced international pressure following the assassination of Rafiq Hariri in 2005. Regarding Syria’s relations with the US we see that Syria was added to the list of terrorism-supporting countries in 1979 as it hosted Palestinian groups, and Washington’s withdrawal of its ambassador from the country also strained the relations between the two sides..........http://www.turkishweekly.net/op-ed/2559/-regional-improvements-and-turkish-syrian-relations.html