23 Kasım 2010 Salı

(Kitap İncelemesi) Türkiye’nin Ortadoğu Politikası

Yazar: Erdal Şimşek
Yayıncı: Kum Saati Yayınları
Basım Yeri: Istanbul
Yayınlanma Tarihi: 2005

Özellikle son dönemde tekrar gündeme gelen Türkiye’nin, geçmişte Osmanlı devletinin sınırları içinde yaşamış ve 20. yüzyılın başında İngiltere ve Fransa’nın hâkimiyeti altına girmiş olan komşuları ile ilişkiler nasıl kurulabilir ve gelecekte bu ilişkilerin boyutu ne olacak? sorusunun cevabını bulma konusunda yazılan kitapların azlığı, Türk okuyucusu için yararlanılabilecek kaynak sıkıntısını ortaya çıkarmaktadır.

Genel olarak bakıldığında, Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkilerinde kullanabileceği araçları diplomatik, ekonomik, askeri ve son dönemde etkisi artan yumuşak güç olarak sınıflandırabiliriz. Bu seçeneklerin uygulanma derecesi, ülkesel ve dönemsel koşullar bağlamında değişkenlik arz etmekle birlikte, gelecek için yapılacak değerlendirmelerde, geçmişte ülkeler arasında yaşanılan tarihsel süreç belirleyici olmaktadır.

Yazar Erdal Şimşek, Türkiye’nin Ortadoğu Politikası adlı kitabında, Cumhuriyet öncesi dönemden başlayarak Recep Tayyip Erdoğan dönemine kadar geçen süre içinde Türkiye’nin bölgedeki konumunu ve Türk-Arap ilişkilerinin seyrini ele almaktadır.

Yazar kitabın ilk bölümünde, Türk-Arap ilişkilerini İslam öncesi dönemden itibaren açıklayarak, Emeviler Dönemi ve sonrasında Türk-Arap dayanışması, Osmanlı topraklarında yaşayan Arapların konumu ve Osmanlı döneminde Arap diline yapılan katkılara vurgu yapmaktadır. Şimşek, Arap halkının Osmanlı Devleti ile birlikte mücadelelerde yaptığı katkılar üzerinde durmakta, buna karşın günümüz Arap aydını tarafından dilendirilen “Osmanlı devletinin Arap dünyasını Batı’dan tecrit ettiği” iddiasını tartışmaktadır. Yazar, I. Dünya Savaşı döneminde Çanakkale’de, Kafkasya’da ve Balkanlar’da, günümüzün Ortadoğu olarak adlandırılan vilayetlerinden savaşa katılanların sayısının 10 binin üzerinde olduğunu söyler. Bununla birlikte, 1916 tarihinde Cemal Paşa tarafından Suriye ve Lübnan aydınlarının şehir meydanlarında idam ettirilmesi ve Şerif Hüseyin’in başlattığı ayaklanma, Selçuklu döneminden itibaren yaklaşık bin yıllık Türk-Arap birlikteliğinde ayrılma noktasına gelindiğinin belirtileri olmuştur.

Şimşek, 1923 yılında Cumhuriyetin kurulmasını müteakip, Türk-Arap ilişkilerinin 1923-1945 arasında yeterince gelişmemiş olmasını, bölgede hâkimiyeti hala devam eden ve ülkelerin bağımsız politikalar izlemesini engelleyen İngiliz, Fransız ve İtalyan varlığıyla birlikte Türkiye’nin izlediği modernleşme ve Batı modeline bağlamaktadır. Bununla birlikte, Suudi Arabistan ile 1930’lu yıllardan itibaren izlenen yüksek seviyeli ilişkiler ve Suudi Arabistan-Yemen savaşı sırasında Türkiye’nin izlediği barışçı politikaların ilişkilerin gelişmesine katkısı, bu duruma bir istisna olarak sayılmaktadır.

Bölümün devamında, Filistin tarihi, Filistin meselesinin ortaya çıkışı ve İsrail’in 1948 yılındaki kuruluş süreci anlatılmakta, bölgesel olan sorunun 1950’li yıllardan itibaren uluslararası siyasi bir konuya dönüştüğü belirtilmektedir. 1956 Süveyş Savaşı, Soğuk Savaş’ın ilk döneminde bölgedeki İngiliz-Fransız nüfuzunun yerini Sovyet-ABD çekişmesine bırakması ve Sovyetlerin bölgedeki etkinliğinin artması bakımından bu yıllar özel bir öneme sahiptir.


Türkiye’nin, Sovyet Rusya’dan gelen tehdit algılamasına karşın 1940’ların ikinci yarısında Amerika ile yakınlaşmasının bir sonucu olarak 1950’lerde İsrail ile ilişkilerinde bir gelişme kaydedilmiştir ve bu iki ülke ile uyumlu bir dış politika izlenmeye başlanmıştır. Ancak Soğuk Savaş’ın başlaması, Süveyş Savaşı gibi bölgede yaşanan gerginlikler ve ABD Başkanı Johnson’ın 1964 yılında Türkiye’yi Kıbrıs konusunda uyarması neticesinde 1965 yılında Mısır ve Türkiye yakınlaşması doğmuş ve iki ülke arasındaki ilk resmi ziyaret ancak 1965 yılında yapılabilmiştir.

Şüphesiz ki bölgeyi en fazla etkileyen olay 1967 savaşıdır. Mısır-Türkiye yakınlaşmasını takip eden yıllarda patlak veren 1967 savaşı öncesi Türkiye, ülkedeki NATO üslerini Araplar aleyhine kullandırmayacağını ifade etmiş ve savaşta Araplara karşı açık desteğini göstermiştir. Kitapta, savaş öncesinde savaşın çıkmaması için gösterdiği çabalar yanında, savaş sonucu Arapların kaybettiği topraklar ve savaş sonrası dönemde İsrail’in 1967 sınırlarına geri dönmesini öngören 242 sayılı kararın BMGK’den çıkması konularında Türkiye’nin gösterdiği hassasiyet vurgulanmaktadır.

Kitabın ikinci bölümü ABD’nin İsrail politikasına ayrılmıştır. Bu bölümde Amerikan yönetiminde İsrail yanlısı ve Arap yanlısı gruplardan bahsedilmekte, aynı zamanda İsrail’in bölgede var olan devletlerin halkları için “ilgi dağıtıcı” bir rolünün olduğu belirtilmektedir. Yazara göre iki süper gücün bölgede var olmasının garantisi, İsrail devletinin varlığıdır. Böylece, bölgede “ne savaş ne de barış politikası” izlenmesi İsrail’in her iki devlet tarafından da korunmasına sebep olmaktadır. Ayrıca 1973 savaşı sonrası yaşanan petrol krizi ile birlikte bölgede barış konusu da gündeme gelmiştir.

Kitabın Barış ve Ticaret- Türk Arap Ekonomik İlişkileri başlıklı üçüncü bölümü, Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemindeki ekonomik gelişmeleri ele almaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk-Arap ekonomik ilişkileri, ortaya çıkan merkeziyetçi ve dış dünya ile sınırlı ekonomik bağlara dayanan yapısı içinde sınır bölgeleri seviyesinde işlemiştir. 1970’li yıllarda petrolün önem kazanması ve Türkiye’nin girmekte zorlandığı Avrupa pazarı yerine petrol ithalatına karşılık Arap pazarlarına girmeye çalışmasını Arap sermayesinin ülkeye girmesi izlemiştir. Birinci ve ikinci petrol krizleri sonrası Türkiye’nin bölgeye yaptığı ticaret rakamlarında ve ticaret yapılan ülkelerin sayısında bir artış görülmüştür. Şimşek, bu artışın sebebinin sadece petrol krizlerine bağlanamayacağını, aynı zamanda Türkiye’nin İran-Irak savaşı sırasında izlediği tarafsızlık politikasının da bir payı olduğunu söyler. Savaşın son yılında bölgede, Türkiye ihracatında en önde gelen üç ülke: Irak, Suudi Arabistan ve Libya’dır. Genel olarak Türkiye’nin ithalatında başlıca ürünler Petrol Ürünleri olmuştur. Körfez savaşı sırasında ithalat ve ihracat rakamlarında düşme gözlenmiş ve 1990’ların ikinci yarısından itibaren Avrupa Birliği’nin bölge ticaretindeki payı artmıştır. Yazara göre, bölgeye yönelik gıda, deri, tekstil ve hayvancılık gibi alanlara Güneydoğu bölgesinde daha fazla ağırlık verilmesi ihracatı arttırabilir. Ayrıca Türkiye’nin rekabet gücünün yüksek olduğu otomotiv, elektrik/elektronik, toprak ürünleri ve kimya ürünlerine de öncelik verilmelidir.

Yazar bölümün sonunda Türk-Arap ilişkilerinin gelişimine katkıda bulunan faktörleri aşağıdaki gibi sıralamıştır:

-Arap davasına politik destek vermek,

-Karşılıklı ilişkilerde, Arap dünyasındaki muhtemel farklılıklara karşı nötr kalmak,

-İsrail ile ilişkileri asgari düzeyde tutmak,

-Bütün Arap ülkeleri ile ekonomik ve teknik alanlarda yakın işbirliği halinde olmak,

-Arapların bölgede süper güçlerin hâkim olmaması için Türkiye’nin sarf ettiği çabalara destek vermesi,

-Türk düşmanlığının birçok Arap devletinin “gizli devlet politikası” olmaktan çıkarılması,

-Ege ve Akdeniz de Türkiye’nin tezlerine destek verilmesi,

-Ortadoğu ülkelerinin, dış ticaretlerinde Türkiye’yi partner seçme konusuna öncelik vermesi,

-Arapların su konusunu sorun haline getirmemeleri ve Türk sularına Arap suyu demekten vazgeçmeleri.

Ortadoğu deniliğinde karmaşık yapı ve savaşların yanı sıra akla gelen diğer bir önemli konu ise bölge ülkelerinin karşı karşıya kaldığı su sorunudur. Kitabın dördüncü bölümü su konusuna ayrılmaktadır. Yazara göre, İlk kez 4500 yıl önce savaş nedeni olan su konusunun, BM’in 50 yıllık projeksiyonlarına bakıldığında gelecekte kesin bir savaş nedeni olması beklenmektedir. Buna göre ilk kez 1991 yılında Foreign Affairs dergisinde yayınlanan bir makale, gelecekte Ortadoğu bölgesinin 10 noktasında su savaşları çıkma ihtimalini öne sürmektedir. Bu noktada sorulması gereken soru bölgede su kaynaklı bir savaş çıkması ihtimali var mıdır? Bu soruya evet cevabı verilmesi halinde yazar şu soruların da cevaplanması gerektiğini savunur:

Hangi noktalarda bu savaşlar çıkabilir?

Türkiye’nin rezervleri ve projeleri nelerdir?

Türkiye’nin bu konuda izleyeceği politika nasıl olmalıdır?

Ancak bu bölüm okunurken, bölgede giderek belirginleşen Türk-Arap dayanışmasının unutulmaması ve su konusunda özellikle Fırat-Dicle’nin paylaşılması noktasında son dönemde artan işbirliğinin göz ardı edilmemesi gerekmektedir.

Kitapta, Türkiye’nin, gelecekteki olası bir su sıkıntısı konusunda ciddi bir su politikasının olmadığının altı çizilmekte ve acilen bir Su Bakanlığı kurulması gerektiği vurgulanmaktadır. Türkiye’nin su kaynakları bakımından dünyadaki ilk 20 ülke içinde olsa da kişi başına düşen su miktarı bakımından çok düşük düzeyde olduğunu söyleyen yazar, bölgeler arası dengesiz su dağılımı ve denizlere akan nehirlerin kontrol edilemeyişinin önüne geçilmesi gerektiğini belirtmektedir. Şimşek, kitabında, bölgede su kaynaklı savaşların çıkabileceğine inanan ve inanamayan su uzmanlarının görüşlerine de yer vermektedir.

Türkiye için hayati bir öneme haiz olan GAP Projesi ise özellikle Irak, Suriye ve Ürdün tarafından tepkiyle karşılanmış ve hatta Arap Birliği tarafından Türkiye’ye yönelik uyarı mesajları gelmiştir; Türkiye’nin su konusunu bir silah olarak kullandığı iddiaları gündeme girmiştir. Ancak yazar, aslında bölge ülkeleri içinde olumlu etkisi olduğunu düşündüğü bu projenin tepkiyle karşılanmasını eleştirmektedir. Buna göre, GAP sayesinde Türkiye’nin doğu illerinde özellikle gıda üretiminde sağlanacak artış ile Ortadoğu’ya yapılacak ihracatın Batılı ülkelerden yapılan ithalatı ikame etmesi ve Arap ülkelerine daha ucuza ithalatın yapılabilmesini sağlama ihtimali varken, bu ülkelerin yanlış hesaplar yaptığını söylemektedir.

Erdal Şimşek konuyla ilgili Arap tezlerini yansıtan bir makaleye de kitabında yer vermiş ve bu makaleye dayanarak dengeli bir su politikasının var olabilmesi için çözüm önerileri sunmuştur. Ayrıca yazarımız, Türkiye’nin, Suriye’ye 500 m3/sn’nin altına düşmeyecek olan su akışına söz vermiş olmasını Türkiye’nin bu konudaki samimiyetinin bir göstergesi olarak sunmaktadır.

Bununla birlikte Arap tezlerine bakıldığında, Barış Suyu Projesi’ni de Türkiye ve İsrail’in birlikte hareket ederek Araplara karşı ittifak kurması olarak algılandığı ve uluslararası hukukun Türkiye’ye vermiş olduğu suyun doğmuş olduğu ülke tarafından adaletli olarak kullanılmasına yönelik hakkın Araplar tarafından reddedildiği görülür. Yazar, aynı konuda bölgede var olan 4 adet su kaynağı olan -Fırat, Dicle, Nil, Ürdün Nehri- konusunda, Türkiye’de doğan Fırat ve Dicle ye karşı gösterilen tepkinin niçin Ürdün Nehri’nin İsrail tarafından kullanılmasına karşı gösterilmediğini de sormaktadır.

Kitabın beşinci ve son bölümünde, Türkiye’nin Ortadoğu’daki üç önemli ülke olan İsrail, Suriye ve Irak ile Afrika Ülkeleriyle ilişkileri anlatılmıştır.

Türkiye-İsrail ilişkilerini Türkiye açısından bir denge politikası olarak değerlendiren yazar, İsrail’in kuruluşunu izleyen 1950’li yıllarda, ABD’nin bölgedeki müttefikleri olan bu iki ülkenin, İran ve Sovyet etkisine karşı ilişkilerinin yoğunlaştığı dönemde ülkeler arası istihbarat ve güvenlik konularına ağırlık verdiğini söyler. Bununla birlikte, 1960’ların son döneminden itibaren Filistin konusunda hassasiyetini öne çıkaran Türkiye, 1970’lerle birlikte ekonomik beklentileri doğrultusunda Arap ülkeleri ile yakınlaşmıştır. Ancak bu durumda bile, İsrail ile olan ilişkiler, seviyesi düşük olmakla birlikte, hiçbir zaman kesilmemiştir.

Şimşek, Körfez Savaşı ile ortaya çıkan bölgesel gelişmeleri bir dönüm noktası olarak görmektedir. Körfez Savaşı’nın ardından 1990’larda gelen barış görüşmeleri ile ortaya çıkan süreçte özellikle ekonomik işbirliği arttırılmıştır.

1980’ler aynı zamanda İslami radikalizmin de tehdit olarak algılanmasının güçlendiği ve İsrail-ABD-Türkiye yakınlaşmasında ortak düşmana karşı işbirliğinin arttırıldığı yıllardır. Yazar, bu durumu İsrail’in ortak tehdit algılaması yaratarak bunu bir koz olarak kullanması olarak yorumlamaktadır. Aynı dönemde ortaya çıkan Türk ordusunun modernizasyonu projelerinde de İsrail Türkiye’yi bir pazar, Türkiye ise İsrail’i bir kaynak olarak algılamaya başlamıştır. Doksanlı yıllarda Türk siyasal yaşamında ortaya çıkan en büyük değişiklik olan Refah Partisi döneminde dahi, her ne kadar İsrail konusu Refah Partisi tarafından bir iç politika malzemesi olarak kullanılmış olsa da, ilişkiler artarak devam etmiş, aynı dönemde Serbest Ticaret ve karşılıklı bilgi-araştırmacı ve teknoloji transferini içeren Savunma Sanayi Anlaşmaları imzalanmıştır.

Şimşek, tüm bu gelişmelerin aslında Türkiye-İsrail ilişkilerinin ne kadar vazgeçilmez olduğunu da gösterdiğini söyler. Ancak, yazar, Irak Savaşı’nın başlaması ile Kuzey Irak’ta İsrail’in konuşlanması ve Türkiye için çok hassas olan bu bölgede Barzani ve Talabani peşmergelerinin eğitilmesi, teknolojik imkânların sağlanması ve İsrail’in bölgeye Yahudi nüfusu lehine demografik değişimleri amaçlayan göçleri yönlendirmesinin özellikle altını çizmektedir.

Nispeten daha az sayıdaki sayfada Türkiye-Suriye-Irak ilişkileri ve süper güç ilişkileri üzerine bilgi verme niyetinde olan yazar, Soğuk Savaş ve Körfez Savaşı sonrası içine girilen konjonktürde Türkiye’nin, Suriye ve Irak ile olan ilişkilerinde girilen yeni sürecin boyutlarını da dikkate almak zorunda olduğunu söyler. Geçmişte süper güçlerin etkisi altında gelişen bölgesel politikalar, artık yerini çoklu aktörlere bırakmıştır. Yazar, Suriye ve Irak’ın, Türkiye’nin Kafkasya-Ortadoğu-Balkanlar yakın kara havzasını birbirine bağlayan Karadeniz-Ege-Doğu Akdeniz-Mezopotamya-Basra hattının ve Mezopotamya-Basra ve Doğu Akdeniz kuşağının üzerinde olmasının, bu ülkelerin konumlarını daha da önemli kıldığını söyler.

Yazar, Kafkaslar ve Ortadoğu arasında bölgeler arası sınır hattında dikkat çeken Doğu Anadolu Bölgesi’nde, Körfez savaşı sonrası ortaya çıkan PKK ve su gerginliklerine dikkat çekmektedir; ayrıca, Türkiye’nin, Kafkaslar-Doğu Anadolu-Mezopotamya arasında geçiş niteliğinde olan Suriye ve jeoekonomik bir öneme sahip Irak ile özellikle diplomatik anlamda denge sağlamak zorunda olduğunu da ifade etmektedir.

Şimşek, Kıbrıs-Filistin-Kürt meselelerinin giderek bölgesel hale gelen bir soruna dönüşmesi ile petrol boru hatları ve Rusya’nın petrol stratejileri arasında bir bağlantı kurmakta, tüm bu hesaplamaları dikkate alan bölgesel bir denge politikasının Türkiye için önemini tekrar vurgulamaktadır. Ayrıca yazar, ülkeler ve bölgeler arası denge kurulması amaçlanırken Türkiye, İran-Irak savaşında izlediği tarafsızlık stratejisini devam ettirmeye gayret göstermeli ve Ermeni-Rum Lobisine ek olarak bölgedeki politikalarından dolayı bir Arap lobisinin oluşmasına izin vermemelidir yorumunu yapmaktadır.

Kitapla ilgili verilen bilgiler ışığında gazeteci yazar Erdal Şimşek’in okuyucuya çok az sayfada yoğun bir şekilde bilgi vermeye çalıştığı görülmektedir. Bu durum zaman zaman konu tekrarına ve ilgili ülkelere gereğinden daha az yer verilmesine neden olabilmektedir. Ayrıca yazarın kitap boyunca, Ortadoğu’da su meselesini ekonomik ve askeri konulardan daha fazla öne çıkardığı görülmektedir. Bununla birlikte, kitabın anlaşılır bir dille yazılmış olması ve bölgeyi hem tarihsel hem de günümüz sorunları ile anlatması, okuyucunun kısa sürede bölgeyle ilgili genel bir fikir sahibi olmasını sağlamaktadır. Ayrıca konuyla ilgilenen okuyucuların, Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu’nun Türkiye'nin Arap Ortadoğu'suna Karşı Politikası (1945-1970) kitabını okuması tavsiye edilir.

1 Haziran 2010, Salı

Serpil Açıkalın

Hiç yorum yok: