5 Aralık 2009 Cumartesi

Olaylı Futbol Maçı Gölgesinde Mısır-Cezayir İlişkileri

Geçtiğimiz aylarda Türkiye ve Ermenistan arasında da diplomatik bir yakınlaşma aracı olarak kullanılmak istenen futbol maçları, bazen bu amaçtan saparak ülkeler arasında aşırı milliyetçi düşüncelerin esiri haline gelebilmekte ve tıpkı Mısır-Cezayir örneğinde olduğu gibi bir spor müsabakası olmaktan öteye geçerek siyasi gerginlikleri de doğurabilmektedir. Dünya Kupası Afrika Elemeleri'nde gruptaki eşitlik nedeniyle 17 Kasım’da Sudan’da Cezayir ve Mısır arasında ekstra bir maç yapıldı ve hem Mısır hem de Cezayir’den binlerce kişi bu maçta takımlarını desteklemek için Sudan’a akın etti. Ancak Mısır’ın Cezayir karşısında 1-0’lık yenilgiye uğramasının ardından Mısır-Cezayir maçı dostluk mesajlarıyla yapılan bir maçtan ziyade siyasileri, kurumları ve halkları karşı karşıya getiren bir vahamete dönüştü.

Aslında her iki ülke benzer olayları yirmi yıl önceki Dünya Kupası Elemeleri'nde de yaşamıştı ve o dönemde Mısır, Cezayir karşısında galip gelerek dünya kupası için yarışmak üzere İtalya’ya gidebilmişti. Dünya kupası için uzun yıllar devam eden bekleyişten sonra yapılan maçın ardından her iki tarafta da büyük bir infial yaşandı ve aradan günler geçmesine rağmen yaşananlar her iki tarafın gündeminden düşmedi. Yaralananlar, ölenler ve karşılıklı suçlamalar neticesinde yaşanan tartışmalar, spor boyutundan çıkarak siyasetin gölgesinde ilerledi. Mısır’da gerek Mübarek gerekse oğulları tarafından Cezayir’i suçlayan bir takım açıklamalar yapıldı ve iki ülkenin büyükelçileri geri çekildi.

Aslında tüm bu olanlar her ne kadar birkaç hafta öncesinde yapılan bir müsabakanın sonucuymuş gibi görünse de, birbirini rakip olarak gören iki Arap ülkesinde hem kutuplaşmanın varabileceği düzeyi hem de Arap Birliği'nin etkisizliği ve rejimler dolayısıyla suçlanan bir uluslararası Arap kanalının konumunu görmek açısından önemlidir.

Mısır ve Cezayir arasında Kasım ayında oynanan iki maç sadece bu iki ülkedeki kalabalıkları harekete geçirmekle kalmadı, aynı zamanda iki ülke medyasını da karşılıklı suçlamalara yönlendirdi. Maç sonrası yapılan yorumlarda sanki uzun yıllardır her iki ülkede de bir futbol maçının oynanması bekleniyormuşçasına karşılıklı nefret duyguları dile getirildi. Bu müsabakanın öncesinde ve sonrasında siyasilerin açıklamalarının yanı sıra medyanın da anahtar bir rol üstlenerek yangına körükle gitmesiyle birlikte Dünya Kupası elemeleri, neredeyse iki ülkenin birbirine karşı besledikleri hislerin en nihayetinde tüm boyutlarıyla ortaya konulduğu bir biçim aldı. Mısır bayrakları Cezayir sokaklarında yakılırken Mısır televizyonları da kalabalığı kışkırtıcı yayınlar yapıyordu ve bu yayınlar arasında 1973 yılında Cezayir’in de katıldığı Ekim savaşı sonrası İsrail’e karşı yazılan şarkılar da vardı. Böylece bir zamanlar İsrail’e karşı söylenen bu şarkılar yıllar sonra Cezayir’e karşı kullanılmış oldu.

Sudan’da oynanan maç sırasında tribünlerde yerlerini alanlar arasında Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in oğulları Cemal ve Âlâ da vardı. Futbolun popülerliğini hiç yitirmediği Mısır’da Cumhurbaşkanının oğlu Cemal Mübarek futbol sevgisiyle tanınmakta ve maçlardan sonra gol atan futbolcular tarafından başarının kendisine ithaf edildiği bir siyasi kişilik. Mısır’ın Dünya Kupası için finale kalması ise sadece sporda kazanılmış bir zafer olmayacak, aynı zamanda milli takıma yaptığı katkılardan dolayı Cemal Mübarek için de bir başarı sayılacaktı.

Siyasette yer almayan Mübarek’in büyük oğlu Âlâ’ya gelince, geçen hafta Mısır’ın muhalif gazetelerinden El-Şa’ab’da yer alan bir haberde Âlâ’nın üç ay önce Cezayir’e yaklaşık 1 milyar dolarlık askeri uçak ithalatıyla ilgili görüşmelerde anlaşmaya varamamış olmasının yaşanan krizi tetiklediği öne sürüldü. Bu ticaretten Âlâ’nın alması beklenen yaklaşık 100 milyon dolarlık komisyonun bir Fransız firması ile anlaşılmasını sağlayan Cezayir Cumhurbaşkanı'nın kardeşi Said Buteflika’ya gittiği de iddialar arasında.

Hüsnü Mübarek geçtiğimiz Cumartesi günü Şura Meclisi ve Halk Meclisi’nin ortak toplantısında yaşananlara değinerek olayların Mısır halkının haysiyetini zedelediğini söylerken, Mübarek’in oğlu Âlâ da, siyasi olmayan bir kimlikle açıklama yaptığını vurgulayarak, Cezayir tarafından aylardır Mısır’a karşı bir medya savaşı açıldığını söyledi. Ayrıca her iki devletin de Arap olmasına rağmen milliyetçilik üzerinden yürütülen husumette Âlâ’nın söyledikleri Cezayirlilerin düzgün Arapça konuşana dek Arap oldukları iddiasında bulunmamasını dahi içeriyordu. Zaten Mısır’da Cezayirlilere yapılan suçlamalardan biri de uzun yıllar Fransa sömürgesi olan Cezayir’in bir kimlik bunalımı içinde olduğu şeklinde. Cezayir’de Fransızcanın yoğun olarak kullanılmasının yanı sıra, Fransa ve Cezayir arasında geliştirilen ilişkiler ve Fransa’da çok sayıda Cezayirli bulunması da bu kimlik bunalımının göstergeleri arasında sayılıyor. Buradaki vurgu da tabii ki Cezayir’de yeterince ilgi gösterilmeyen Arap dili ve kaybedilen Arap kültürü üzerine. Ayrıca Mısır’ın Cezayirlilere Arap dilini ve kültürünü öğretmek üzere eğitimciler göndermek suretiyle ülkeye yaptığı katkı da öne çıkarılmakta.[1] Aslında bu söylem Arap kültürün sahiplenilmesi ve yayılması konusunda Mısırlılar arasında yaygın olan bir görüşün de göstergesi. Mesela bir Mısırlı ile konuşurken size (fakir ama gururlu bir halkın mensubu olarak) Körfez ülkelerine giden Mısırlı Arapça öğretmenlerinden bahsederek Mısır’ın, her ne kadar refah düzeyi bakımından geri de kalmış olsa da, bu ülkelerden daha köklü bir tarihe ve kültüre sahip olduğunu söyleyecektir.

Cezayir ve Mısır arasındaki siyasi gerginlikler Arap Birliği toplantılarında da bir süredir hissedilmekte. Cezayir, Arap Birliği’nde genel sekreterlik görevinin Mısır tarafından işgal edilmesinden bölgesel konulara dek Mısır’ı eleştirmekteydi. Arap Birliği Başkanı Amr Musa’nın ise olaylar sonrası uzun bir süre harekete geçmemesinde Mısırlı olmasının etkili olduğu da yapılan yorumlar arasında. Diğer yandan, geçtiğimiz ay UNESCO başkanlığı için yarışan Mısırlı Faruk Hüsnü’nün rakipleri arasında tek Müslüman aday olarak Cezayirli Muhammed Bedjai’nin gösterilmesi de Mısır tarafından hafife alınır bir hareket olarak algılanmadı. Her ne kadar her iki aday da UNESCO başkanlığını kazanamamış olsa da, bu durum her iki ülke açısından bir krizin başlangıcıydı.

Aslında Sudan’da yaşananlarla ilgili Mısır’daki bazı yorumlara bakıldığında farklı komplo teorilerinin de dillerde dolaştığı görülmekte. Bunlardan bir tanesi Cezayirli taraftarlar arasına sızmış olan İsrailliler tarafından olayların tetiklendiği; bir diğeri ise ismi zikredilmeyen bir Körfez ülkesinin Mısır’ın konumunu zayıflatmak amacıyla tüm yaşananları önceden tasarladığı şeklinde. Bu Körfez ülkesinin ise El-Cezire kanalına ev sahipliği yapan ve Cezayir’de El-Şuruk gazetesinin de finansmanını sağlayan Katar olma ihtimali yüksek.

Ayrıca El-Cezire kanalının Mısır aleyhine haberleri abartılı olarak verdiği iddiası da Mısır’da hükümet yanlısı olan gazeteler tarafından yoğun bir şekilde eleştiriliyor. Hükümet yanlısı El-Cumhuriye gazetesinde yapılan bir yorumda Cezayir ile yaşananların ertesinde El-Cezire’nin niçin Mısır’dan nefret ettiği sorgulanıyordu. Yazara göre bir zamanlar Mısır’ı işgal eden İngilizlerin desteğiyle kurulan bu kanal, önceleri Londra radyosu için çalışan İngiliz spikerlerle çalışıyor ve İran ya da Katar yanlısı olanlar dışında çok fazla Mısırlı istihdam etmiyor. El-Cezire’de yayın yapan ve yazarın eleştirilerine maruz kalan iki isim ise Nasır döneminin yakın tanıklarından Muhammed Hasan El-Heykel ve Müslüman Kardeşler’in önde gelen isimlerinden Yusuf Kardavi’nin eski öğrencilerinden olan Ahmed Mansur. Ayrıca El-Cezire’nin eleştirilmesi kanalın bölgedeki rejimlerin altını oyduğu iddiasından da ileri geliyor. Buna göre yazar, El-Cezire’nin Lübnan’da Hizbullah yanlısı, Mısır’da Müslüman Kardeşler yanlısı, Filistin’de Hamas yanlısı ve Yemen’de ise Huti yanlısı haberleri izleyicilerine verdiğini iddia ediyor.[2] Burada tabii ki önemli olan asıl nokta Mısır ve Katar arasındaki bölgesel mücadele. Magrip ve Maşhrek’ten iki ülke ilişkilerine tarihsel olarak bakıldığında da Mısır’ın daha çok “dünyanın annesi Mısır” sloganıyla milli duyguları öne çıkardığı görülüyor. Buna Cezayir milliyetçiliği ile cevap veren Cezayirliler açısından ise Mısır’ın artık kabul edilmek istenmeyen ‘abi’ tavrı spor yanında diplomasi ve siyasi yaklaşımında da hissedilmekte. Nasır döneminden kalan Mısır milliyetçiliği açısından, ne Katar gibi küçük bir ülkenin Filistin konularına müdahale etmesi ne de Irak ve Suriye gibi geçmişin Baasçı ideolojileri Mısır’ın bugünkü konumunu değiştiremez düşüncesi hâkim.

Camp David sonrası diğer bölge ülkeleri tarafından yalnız bırakılan Mısır’ın, bölgenin lideri olma iddiasındaki bir devlet olarak başka bir ülke ile ilişkilerini koparması beklenmemekle birlikte son üç haftadır yaşananlar, iki Arap ülkesi arasındaki gerginliğin boyutlarını ve tartışmanın çerçevesini göstermektedir. En nihayetinde Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Ebu El-Geyt geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada iki ülke arasındaki gerginliğin Sudan ve Libya’nın yanı sıra Arap Birliği’nin de aracılığıyla giderilmeye çalışıldığını söyledi. Mısır’ın Cezayir’deki yatırımları ve Cezayir’de yaşayan 15000 civarında Mısırlı işçi de dikkate alındığında, her iki ülkenin de acilen ilişkilerini düzeltmesi gerektiği ise inkâr edilmez bir gerçek. Yaşanan infialler sonrasında ise bu maçın ertesinde belki de en fazla sevinilecek olan durum biri Magrip’te diğeri ise Maşrek’te konumlanan bu iki ülkenin sınırdaş ülkeler olmaması.


[1] http://www.almasry-alyoum.com/article2.aspx?ArticleID=234407&IssueID=1599
[2] http://www.algomhuria.net.eg/algomhuria/today/colums/detail05.asp


Serpil Açıkalın
USAK Ortadoğu Araştırmaları Merkezi
sacikalin8@gmail.com
2 Aralık 2009, Çarşamba

Hiç yorum yok: