10 Şubat 2009 Salı

Gazze Saldırıları Sonrası Arap Barış Planı Mümkün mü?

Serpil Açıkalın



18 Ocak tarihinde gerçekleştirilen ateşkes ve 3 hafta süren saldırılar sonrası bilançonun çıkarılması için gerekli olan envantere sahibiz. 2006 yılında gerçekleşen 33 günlük Hizbullah-İsrail savaşında -eğer başarıyı İsrail tarafında verdirilen ölü sayısı ile ölçeceksek- Hizbullah’ın öldürdüğü 120 İsrail askeri ve 40 sivil ile bugün Hamas tarafından öldürülen 9 asker ve 4 siville karşılaştırırsak, Hizbullah hedefine ulaşmada daha başarılı olmuştur diyebiliriz. Ayrıca Hizbullah’ın İran’la ideolojik ve daha derin bağlara sahip olması dışında, Lübnan’da 19 kez ertelenen cumhurbaşkanlığı oylamasında gösterdiği direniş sonucu veto hakkına sahip bir şekilde ‘kazanan taraf’ olması savaş sonrası yaşananlardan olmuştur. Devletin elektrik dahi veremediği yerlere elektrik ulaştıran ve savaşta zarar görenlere yüksek tutarlı maddi yardımda bulunan Hizbullah için yaşanan olumlu hava, İsrail’e tam tersi bir şekilde yansımıştır. Olmert hükümetine karşı ülke içinde artan eleştiri ve gösteri zincirleri ile birlikte 1 yıl önce yayınlayan Winograd raporu da savaşın bilançosunu gözler önüne sermiştir. Olmert’in istifası sonrası yeni hükümetin kurulmasında Tzipi Livni’nin başarılı olamayışı neticesinde görevine hala devam eden Olmert, görevden ayrılmak için Şubat ayını beklemektedir. Hizbullah tarafında ise büyük bir altyapı tahribatı ile birlikte 1200’ün üstünde sivil can kaybı yaşanmıştır.

Bugün Gazze’deki bilançoya baktığımızda ise BM rakamlarına göre Gazze’de ölü sayısı 1314 iken(dörtte üçü sivil), İsrail tarafında sadece 4 sivil ve 9 asker ölmüştür. Aşırı sağcı İsrail Evimiz Partisi lideri Avigdor Lieberman’ın da “onurun tekrar kazanılması” şeklinde tanımladığı operasyon sonrasında tek taraflı bir ateşkes ilanı yapılmıştır. Olmert’in, Hamas’ın taraf olmasını istemediği, çünkü bunun Hamas’ı meşru kabul etmek anlamına geldiği şeklindeki yaklaşımı, Mısır ve ABD tarafından da kabul görmüştür. Burada her iki taraf da zafere ulaştığını iddia etmektedir. 3 haftalık saldırının ardından Olmert’in istenilen hedefe ulaşıldığını belirtmesi yanında, Halid Meşal'in de zaferin Hamas tarafından kazanıldığı şeklindeki açıklaması kafaları karıştırmıştır. İsrail’in, operasyonun başlangıcında hedef olarak gösterdiği roketler ateşkes açıklandığı sırada da devam etmiştir. Bu durum, ateşkesin roket saldırıları bitirildiği için yapılmış olmadığını göstermektedir.

Hamas’ın görüşmeler öncesindeki ateşkes için ön şartları 6 aylık bir ateşkes, sınırların açılması ve hava-kara-deniz sahalarının kullanılabilmesiydi. 3 haftalık saldırı sonrası Obama’nın görevini devralması öncesi Cumartesi günü, İsrail tarafından tek taraflı ateşkesin ilanı, nasıl ki saldırılar öncesi görüşüldüyse, sonrasında da Mısırlı ve İsrailli yetkililerin yaptığı bir ön görüşme sonrası yapılmıştır.

Cumartesi gecesi İsrail tarafından yapılan tek taraflı ateşkes duyurusunda eksik olan bazı hususlar vardır: Her ne kadar Olmert, görevin başarıyla yerine getirilmiş olduğunu söylese de, ateşkesin şartları hala belirsizdir. Hamas’ın taleplerinden bir tanesi olan İsrail askerlerinin Gazze’den çıkarılması üç gün sonra tamamlanmış olsa da, sınırlar, uluslararası görüşmeler ya da Hamas’la varılan herhangi bir anlaşma mevcut değildir. Buradaki temel soru: “Nasıl ki barış anlaşmaları karşılıklı yapılıyorsa ve nasıl ki 6 ay süren zımni ateşkes karşılıklı yapıldıysa en son ateşkesinde iki taraflı yapılması gerekmiyor mu?” şeklindedir. Operasyon sonrası İsrail, caydırıcılık özelliğini tekrar kazandığına inanmaktadır. İsrail ateşkes ilan ederken umulan, Hamas’ın Mısır tarafından ikna edilmesi olmuştur. Burada eksik olan bir diğer husus, ilan edilen ateşkes süresince gözlemcinin kim olacağıdır. Çünkü 6 ay süren ateşkeste her iki taraf da ateşkesi kimin deldiği hususunda birbirlerini suçlamışlardır. Ayrıca şartları belli olmayan bir ateşkesin sonu yine ateşkesin roketlerle ya da hava saldırıları ile bozulması olacaktır.

Tüm bu olanlar karşısında zaten azalmış olan itibarını daha da kötüleştiren, uluslararası kurumlar olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurumu olan ve Bosna, Ruanda, Somali gibi ülkelerde başarısızlığı tekrar kanıtlanan Birleşmiş Milletler, kaybeden taraflardan birisi konumundadır. BM Genel Sekreteri tarafından saldırıların üçüncü haftası bölge ülkelerine yapılan ziyaret ise caydırıcılıktan çok bir iyi niyet göstergesi olarak algılanmıştır. Bugün sıcak çatışmaların yaşandığı bölgelerde uluslararası kuruluşların etkisiz kalması ve 1970’lerden itibaren bölgede etkinliği artmış olan ABD’nin Clinton dönemi sonrasında özellikle Filistin meselesinde arabuluculuk rolünü üstlenmemesi, İsrail’in istediği zaman saldırma ve istediği zaman da geri çekilme stratejisini güçlendirmiştir. Bu durumda savaş hukuku ve insan hakları bağlamında olası bir diğer saldırı için İsrailli karar alıcılara yönelik caydırıcı herhangi bir karar alınmamıştır.

Arap ülkelerine baktığımızda, Katar’ın Hamas ve Ahmedinejad’ı da davet ettiği toplantıya gelmediği halde Kuveyt’teki toplantıya gelen isimler, aynı zamanda Arap ülkeleri arasında artık iki kutuplu bir Ortadoğu’nun oluştuğunu da göstermektedir. Doha’da yapılan toplantıda, 2002 Arap Barış Planı’nın sona erdirilmesi çağrısı yapılmakla birlikte, Lübnan bu Plan’ın iptal edilmesi fikrine karşı çıkmıştır. Katar’daki toplantıya katılmayan liderler, Kuveyt’teki toplantıya katılmıştır. Kuveyt’te yaptığı konuşmada Suudi Kral Abdullah’ın Gazzelilerin bir damla kanının dahi dünyadaki tüm paralardan daha değerli olduğunu söylemesi, ateşkesin yapılmasıyla birlikte artık konuşabileceği komutunu almış olduğunu da göstermektedir. Saldırılar sonrasında Kuveyt’de yapılan toplantıda Arap liderler, altyapısı çöken Gazze için 2 milyar dolarlık bir yardımda bulunma sözü vermişlerdir. Suudi Kral, Gazze’nin yeniden yapılanması için 1 milyar dolar bağışlayabileceğini açıklamıştır. İsrail ise Gazze’ye aktarılacak olan paranın Hamas’ın eline geçmemesi için çaba gösterilmesini istemektedir. Ayrıca İsrail makamları Hamas’ın meşru görülmemesi ve Gazze’nin altyapı çalışmalarında Hamas ile bağlantı kurulmaması konusunda uyarılar yapmaktadır.

İsrail’i aşırı güç kullanmakla da suçlayan Suudi Kral, 2002 Arap Planı’nı tekrar uygulama çağrısı yapmıştır. 2002 yılının Şubat ayında Suudi Arabistan tarafından gündeme getirilen ve Mısır ve Ürdün’ün katılmadığı Beyrut’da Mart ayında yapılan zirvede Birlik üyeleri tarafından karara varılan Arap Barış Girişimi, Arap devletleri tarafından İsrail’e karşı alınmış olan ilk karardır. Tüm Arap devletlerinin İsrail’i tanıma ve ardından İsrail ile normalleşme sürecine girmesi için bazı şartlar verilmiştir. Buna göre 4 Haziran 1967 tarihinden sonra İsrail tarafından işgal edilmiş olan topraklardan(Golan ve Lübnan’ın güneyi dahil) çekilmesi, Filistinli mülteciler için ortak bir çözüme ulaşılması(BM Kararı 194) ve Doğu Kudüs başkenti olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması(Güvenlik Konseyi Kararı 1397) şartları vardır. Bu Plan’da İsrail ile savaş yerine barış için toprak ilkesi benimsenmiştir. Her yıl Arap Birliğinde tekrar gündeme gelen bu girişim, 2007 Mart ayında Suudi Arabistan tarafından yenilenmiştir. Bu girişimin ölü bir hale gelip gelmediği konusundaki tartışmalar bir yana, Arapları ortak bir fikir etrafında bir araya getirmesi ve Arap-İsrail meselesinde kapsamlı ve çözüme açık bir öneri olması nedeniyle değerlendirilmesi gereken belki de tek umuttur. Zamanın İsrail başbakanı Ariel Şaron ise Plan’dan bir ay sonra Nisan ayında başlattığı Savunma Kalkanı isimli operasyonla Filistin’i tekrar işgal etmiş ve Cenin katliamı gerçekleşmiştir. Arafat’a tecrit uygulandığı bir dönemde gerçekleşen saldırılarda, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın bölge ziyareti de bir sonuç vermemiştir.

Bu planın önemi Arap dünyasında İsrail’e karşı düşmanlıkların arttığı bir dönemde Arap Birliği tarafından genel çoğunlukla mutabakat sağlanılmış olmasıdır. Bölünmüş olduğu tekrar gözler önüne serilen Arap Dünyası’nın göreve yeni gelen Obama’ya Arap Planı üzerinde ısrar etmesi, Arapların ortak bir zeminde buluştuğunu ve barış istendiğini göstermesi bakımından fayda getirecektir.

Serpil Açıkalın
USAK Orta Doğu Araştırmaları Merkezi
23 Ocak 2009
sacikalin@usak.org.tr
........http://www.usakgundem.com/haber/29141/

Hiç yorum yok: