Serpil AÇIKALIN / 12 Kasım 2007, USAK
Ortadoğu’da II. Körfez Savaşı'nın patlak vermesi ve aynı döneme denk gelen Soğuk Savaş yıllarının sona ermesi, aynı zamanda bölgedeki dengelerinde değiştiğinin sinyalleriydi. 1990’lı yıllar, 40 yılı aşkın süredir devam eden Arap-İsrail gerginliğini sona erdirmek için bölgedeki etkinliğini arttırma çabasında olan ABD’nin sponsorluğunda gerçekleştirilen barış görüşmelerine tanıklık etti. Ancak büyük umutlarla yola çıkılan Oslo Süreci ve başarısızlıkla sonuçlanan Camp David görüşmeleri sonrası II. İntifada ile Filistin’de ortaya çıkan toplumsal patlama, 11 Eylül Olayları, Afganistan ve Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi bu süreçte Ortadoğu’nun “dünyanın kaynayan kazanı” olmasına neden oldu. Günümüzde bölgenin hemen her ülkesinin iç siyasetinde halen devam eden karışıklıklar ve komşu ülkelerle yaşanan problemler bu ülkelerin kalkınma ve gelişmeye yönelik iç politika izlemek yerine, günü kurtarmak ve sistemin devamını sağlamaya çalışmaktan öteye gidememesine yol açmaktadır. Türkiye’de devam eden sınır ötesi operasyon tartışmaları, Dışişleri Bakanı Babacan’ın Ortadoğu ziyareti sırasında bölge ülkelerine olası operasyonla ilgili bilgi vermesi, Suriye Devlet Başkanı Başer Esad’ın ziyareti, hafta sonu İstanbul’da yapılan Genişletilmiş Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı'na bölge ülkeleri, ABD ve BM tarafından yapılan üst düzey katılım, Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El-Suud’un bu hafta yaptığı ziyaret ve Pazartesi ve Salı günü İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Türkiye’ye gerçekleştireceği ziyaret Türkiye açısından yaşanan hareketliliği kanıtlamaktadır. Esad’ın yaptığı ziyaret, olası bir PKK operasyonu konusunda destek olarak yorumlanırken, bölge ülkeleriyle ve ABD ile sorunları devam eden Suriye’nin Türkiye için ne kadar iyi bir müttefik olabileceği tartışmalarını da ortaya çıkardı. Irak ve Filistin konularında Türkiye ile benzer bir siyaset izlemekte olan Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El-Suud ise Avrupa ülkelerine yaptığı ziyaret sonrası Türkiye’ye gelerek üst düzey yetkililerce ağırlandı ve iki ülke arasında birçok alanda işbirliğini içeren ortak bir deklarasyon imzalandı. Ortadoğu bölgesine baktığımızda aktörleri ABD’nin müttefiki Mısır, Ürdün ve Körfez ülkelerinin oluşturduğu Sünni blok; İran, Suriye ve Lübnan’ın oluşturduğu radikal blok; Türkiye, İsrail ve bölgenin dışında yer almakla birlikte bölgenin iplerini elinde bulunduran ABD olarak sınıflandırabiliriz. Son dönemde Lübnan’da yeterli meclis çoğunluğu sağlanamadığı için bir türlü yapılamayan ve Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri dönemini anımsatan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, 14 Mart Grubu'nun başını çektiği ABD yanlılarının galip gelmesiyle bu ülkenin de giderek ABD yanlısı politika izleyerek ılımlı ülkeler kategorisine girmesiyle sonuçlanabilir. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası kırılgan yapısıyla bilinen Lübnan’da yeni bir iç savaş çıkma olasılığı da yapılan yorumlar arasında. Kasım ayındaki diğer bir önemli konu ise ABD’de Kasım ayının sonunda yapılması planlanan Barış Konferansı. Annapolis’te yapılması planlanan Ortadoğu Barış Konferansı ile ilgili Condoleezza Rice’ın aylardır bölgeye sık sık yaptığı ziyaretler sonrasında hala imza atılacak bir taslak oluşturulamadı. İsrail ve Filistin arasında yıllardır devam eden ve çözüm noktasında kilitlenmeye neden olan konuların (başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması, mültecilerin geri dönüş hakkı konusu, sınırlar, Kudüs’ün statüsü) bu konferansta ele alınmaması halinde her iki taraf için de söz konusu büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlanacaktır ve Hamas’ın eli daha da güçlenecektir. Hamas lideri İsmail Haniye’nin dışta bırakıldığı ve Bush Hükümetinin görev süresinin dolmasından önce yapılması planlanan bu konferansa bölge ülkelerinin yoğun katılımı sağlanmaya çalışılıyor. Özellikle Suudi Arabistan ve İsrail tarafından Suriye’nin de konferansa katılması konusunda ABD’ye baskı yapılması, aynı zamanda bu ülkelerin bölgede istikrar arayışında olduğunun bir göstergesi niteliğinde ve konferansın meşruiyetini arttırma çabası olarak yorumlanabilir. Bu hafta ise Suriye tarafından Annaopolis Barış Konferansı'na ancak ilhak edilen Golan Tepeleri'nin geri verilmesi koşulu ile katılacağı yönünde bir açıklama yapıldı. Suriye-İsrail arasında bir süredir devam eden ve barış masasına oturmak üzereyken son anda iptal olan barış görüşmelerinde ve bundan sonra yapılacak olan her hangi bir görüşmede Suriye için doğal bir koruma alanı niteliğinde olan Golan Tepeleri'nin geri alınması öncelikli olacaktır. Bush hükümeti tarafından yapılması konusunda ısrar edilen Annapolis Barış Görüşmeleri, aynı zamanda “barış için toprak” anlayışının hala devam edip etmeyeceğini de gösterecek. Bununla birlikte Kudüs konusunda zaten baskı altında bulunan ve yerleşimcilerin protestolarının giderek arttığı İsrail’de, Golan Tepeleri konusunun gündeme getirilmesi barış görüşmelerinin daha da gecikmesi veya Suriye’nin çağrılmaması sonucunu doğurabilir. Bu konferansa Türkiye’nin de davet edilmesi bekleniyor ve Türkiye bu hafta İsrail ve Filistin devlet başkanlarını ağırlıyor. 2005 yılından itibaren TOBB’un öncülüğünde devam eden görüşmelerde gelinen son aşama olan 7. Ankara Forumu Toplantısı dolayısıyla TOBB’un katkılarıyla bir araya gelecek olan Türk, İsrail ve Filistin tarafları, Batı Şeria’da kurulacak olan sanayi bölgesinin TOBB tarafından kurulması ve işletilmesiyle ilgili mutabakat metnine imza atacaklar. Şimon Peres’in Türkiye ziyareti sırasında Irak konusunda yumuşak bir federal Irak hükümeti fikrini destekleyen, bölünmüş bir Irak’ı kendi çıkarları için tehlike olarak gören ve aynı zamanda terör konusunda hassasiyeti olan İsrail tarafından yapılacak olan açıklamalar, İsrail’in de terör konusunda bölgesel işbirliğine katılımının sağlanabilmesi bakımından önem arz ediyor. 13 Kasım tarihinde gerçekleşmesi planlanan Abbas ve Peres tarafından TBMM’de yapılacak olan konuşma da bir ilk olarak tarihe yazılacak. Şimdiye dek Ehud Olmert ile görüşmelerini devam ettiren Mahmud Abbas, mevkidaşı olan Şimon Peres ile bir araya gelecek ve iki lider TBMM’de birbirini dinleyecek. Kasım ayı, hem Türkiye hem de komşuları için yeni gelişmelerin ortaya çıkacağı çok önemli bir ay gibi görünmekte. Devam eden operasyon tartışmalarına rağmen İsrail ve Filistin Devlet Başkanlarının Türkiye’ye davet edilmesi ve bir Müslüman ülke parlamentosunda ilk kez bir İsrail Cumhurbaşkanı'nın konuşma yapması çok önemli bir gelişme. Türkiye’nin bölgedeki arabulucu rolünü tekrar üstlenmesi ve Suriye, Lübnan, İran gibi ülkelerle devam eden ilişkilerine rağmen aynı zamanda ABD ve İsrail gibi ülkelerle de bir araya gelebilmesi de büyük bir başarı örneği sunuyor. Bu noktada Lübnan’da tekrar Kasım ayının sonuna ertelenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Türkiye’nin benzer bir çaba göstermesi, yakın dönemde yapılan Babacan’ın ziyaretinden sonra Lübnan’a tekrar üst düzey bir ziyarette bulunması ve bu yolla bölge barışına katkıda bulunması gerekmekte. Unutulmamalıdır ki Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Ocak 2007 de Lübnan ziyareti sırasında Başbakan Fuad Sinyora, Gelecek Hareketi Lideri Saad Hariri, Suriye yanlısı Cumhurbaşkanı Emil Lahud ve Hizbullah’a yakın Meclis Başkanı Nebih Berri ile bir araya gelerek temaslarda bulundu. Birbirlerine rakip olarak görülen bu gruplarla bir araya gelmek dünyadaki hiçbir devletin başaramayacağı bir durumdu. Türkiye’nin bölgedeki ilişkilerinde pek çok yönden avantajlı konumda olmasının en önemli sebebi, Arap olmayan ancak büyük çoğunluğu Müslüman olan bu ülkenin tüm bölge ülkeleri tarafından kendisine yakın görülmesinde yatıyor. Türkiye, bu eşsiz konumunu Kasım ayında da yoğun olarak kullanmak zorunda olacak.
Serpil AÇIKALIN
.........
http://www.usakgundem.com/haber/15506/Ortadoğu’da II. Körfez Savaşı'nın patlak vermesi ve aynı döneme denk gelen Soğuk Savaş yıllarının sona ermesi, aynı zamanda bölgedeki dengelerinde değiştiğinin sinyalleriydi. 1990’lı yıllar, 40 yılı aşkın süredir devam eden Arap-İsrail gerginliğini sona erdirmek için bölgedeki etkinliğini arttırma çabasında olan ABD’nin sponsorluğunda gerçekleştirilen barış görüşmelerine tanıklık etti. Ancak büyük umutlarla yola çıkılan Oslo Süreci ve başarısızlıkla sonuçlanan Camp David görüşmeleri sonrası II. İntifada ile Filistin’de ortaya çıkan toplumsal patlama, 11 Eylül Olayları, Afganistan ve Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi bu süreçte Ortadoğu’nun “dünyanın kaynayan kazanı” olmasına neden oldu. Günümüzde bölgenin hemen her ülkesinin iç siyasetinde halen devam eden karışıklıklar ve komşu ülkelerle yaşanan problemler bu ülkelerin kalkınma ve gelişmeye yönelik iç politika izlemek yerine, günü kurtarmak ve sistemin devamını sağlamaya çalışmaktan öteye gidememesine yol açmaktadır. Türkiye’de devam eden sınır ötesi operasyon tartışmaları, Dışişleri Bakanı Babacan’ın Ortadoğu ziyareti sırasında bölge ülkelerine olası operasyonla ilgili bilgi vermesi, Suriye Devlet Başkanı Başer Esad’ın ziyareti, hafta sonu İstanbul’da yapılan Genişletilmiş Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı'na bölge ülkeleri, ABD ve BM tarafından yapılan üst düzey katılım, Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El-Suud’un bu hafta yaptığı ziyaret ve Pazartesi ve Salı günü İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Türkiye’ye gerçekleştireceği ziyaret Türkiye açısından yaşanan hareketliliği kanıtlamaktadır. Esad’ın yaptığı ziyaret, olası bir PKK operasyonu konusunda destek olarak yorumlanırken, bölge ülkeleriyle ve ABD ile sorunları devam eden Suriye’nin Türkiye için ne kadar iyi bir müttefik olabileceği tartışmalarını da ortaya çıkardı. Irak ve Filistin konularında Türkiye ile benzer bir siyaset izlemekte olan Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El-Suud ise Avrupa ülkelerine yaptığı ziyaret sonrası Türkiye’ye gelerek üst düzey yetkililerce ağırlandı ve iki ülke arasında birçok alanda işbirliğini içeren ortak bir deklarasyon imzalandı. Ortadoğu bölgesine baktığımızda aktörleri ABD’nin müttefiki Mısır, Ürdün ve Körfez ülkelerinin oluşturduğu Sünni blok; İran, Suriye ve Lübnan’ın oluşturduğu radikal blok; Türkiye, İsrail ve bölgenin dışında yer almakla birlikte bölgenin iplerini elinde bulunduran ABD olarak sınıflandırabiliriz. Son dönemde Lübnan’da yeterli meclis çoğunluğu sağlanamadığı için bir türlü yapılamayan ve Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri dönemini anımsatan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, 14 Mart Grubu'nun başını çektiği ABD yanlılarının galip gelmesiyle bu ülkenin de giderek ABD yanlısı politika izleyerek ılımlı ülkeler kategorisine girmesiyle sonuçlanabilir. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası kırılgan yapısıyla bilinen Lübnan’da yeni bir iç savaş çıkma olasılığı da yapılan yorumlar arasında. Kasım ayındaki diğer bir önemli konu ise ABD’de Kasım ayının sonunda yapılması planlanan Barış Konferansı. Annapolis’te yapılması planlanan Ortadoğu Barış Konferansı ile ilgili Condoleezza Rice’ın aylardır bölgeye sık sık yaptığı ziyaretler sonrasında hala imza atılacak bir taslak oluşturulamadı. İsrail ve Filistin arasında yıllardır devam eden ve çözüm noktasında kilitlenmeye neden olan konuların (başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması, mültecilerin geri dönüş hakkı konusu, sınırlar, Kudüs’ün statüsü) bu konferansta ele alınmaması halinde her iki taraf için de söz konusu büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlanacaktır ve Hamas’ın eli daha da güçlenecektir. Hamas lideri İsmail Haniye’nin dışta bırakıldığı ve Bush Hükümetinin görev süresinin dolmasından önce yapılması planlanan bu konferansa bölge ülkelerinin yoğun katılımı sağlanmaya çalışılıyor. Özellikle Suudi Arabistan ve İsrail tarafından Suriye’nin de konferansa katılması konusunda ABD’ye baskı yapılması, aynı zamanda bu ülkelerin bölgede istikrar arayışında olduğunun bir göstergesi niteliğinde ve konferansın meşruiyetini arttırma çabası olarak yorumlanabilir. Bu hafta ise Suriye tarafından Annaopolis Barış Konferansı'na ancak ilhak edilen Golan Tepeleri'nin geri verilmesi koşulu ile katılacağı yönünde bir açıklama yapıldı. Suriye-İsrail arasında bir süredir devam eden ve barış masasına oturmak üzereyken son anda iptal olan barış görüşmelerinde ve bundan sonra yapılacak olan her hangi bir görüşmede Suriye için doğal bir koruma alanı niteliğinde olan Golan Tepeleri'nin geri alınması öncelikli olacaktır. Bush hükümeti tarafından yapılması konusunda ısrar edilen Annapolis Barış Görüşmeleri, aynı zamanda “barış için toprak” anlayışının hala devam edip etmeyeceğini de gösterecek. Bununla birlikte Kudüs konusunda zaten baskı altında bulunan ve yerleşimcilerin protestolarının giderek arttığı İsrail’de, Golan Tepeleri konusunun gündeme getirilmesi barış görüşmelerinin daha da gecikmesi veya Suriye’nin çağrılmaması sonucunu doğurabilir. Bu konferansa Türkiye’nin de davet edilmesi bekleniyor ve Türkiye bu hafta İsrail ve Filistin devlet başkanlarını ağırlıyor. 2005 yılından itibaren TOBB’un öncülüğünde devam eden görüşmelerde gelinen son aşama olan 7. Ankara Forumu Toplantısı dolayısıyla TOBB’un katkılarıyla bir araya gelecek olan Türk, İsrail ve Filistin tarafları, Batı Şeria’da kurulacak olan sanayi bölgesinin TOBB tarafından kurulması ve işletilmesiyle ilgili mutabakat metnine imza atacaklar. Şimon Peres’in Türkiye ziyareti sırasında Irak konusunda yumuşak bir federal Irak hükümeti fikrini destekleyen, bölünmüş bir Irak’ı kendi çıkarları için tehlike olarak gören ve aynı zamanda terör konusunda hassasiyeti olan İsrail tarafından yapılacak olan açıklamalar, İsrail’in de terör konusunda bölgesel işbirliğine katılımının sağlanabilmesi bakımından önem arz ediyor. 13 Kasım tarihinde gerçekleşmesi planlanan Abbas ve Peres tarafından TBMM’de yapılacak olan konuşma da bir ilk olarak tarihe yazılacak. Şimdiye dek Ehud Olmert ile görüşmelerini devam ettiren Mahmud Abbas, mevkidaşı olan Şimon Peres ile bir araya gelecek ve iki lider TBMM’de birbirini dinleyecek. Kasım ayı, hem Türkiye hem de komşuları için yeni gelişmelerin ortaya çıkacağı çok önemli bir ay gibi görünmekte. Devam eden operasyon tartışmalarına rağmen İsrail ve Filistin Devlet Başkanlarının Türkiye’ye davet edilmesi ve bir Müslüman ülke parlamentosunda ilk kez bir İsrail Cumhurbaşkanı'nın konuşma yapması çok önemli bir gelişme. Türkiye’nin bölgedeki arabulucu rolünü tekrar üstlenmesi ve Suriye, Lübnan, İran gibi ülkelerle devam eden ilişkilerine rağmen aynı zamanda ABD ve İsrail gibi ülkelerle de bir araya gelebilmesi de büyük bir başarı örneği sunuyor. Bu noktada Lübnan’da tekrar Kasım ayının sonuna ertelenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Türkiye’nin benzer bir çaba göstermesi, yakın dönemde yapılan Babacan’ın ziyaretinden sonra Lübnan’a tekrar üst düzey bir ziyarette bulunması ve bu yolla bölge barışına katkıda bulunması gerekmekte. Unutulmamalıdır ki Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Ocak 2007 de Lübnan ziyareti sırasında Başbakan Fuad Sinyora, Gelecek Hareketi Lideri Saad Hariri, Suriye yanlısı Cumhurbaşkanı Emil Lahud ve Hizbullah’a yakın Meclis Başkanı Nebih Berri ile bir araya gelerek temaslarda bulundu. Birbirlerine rakip olarak görülen bu gruplarla bir araya gelmek dünyadaki hiçbir devletin başaramayacağı bir durumdu. Türkiye’nin bölgedeki ilişkilerinde pek çok yönden avantajlı konumda olmasının en önemli sebebi, Arap olmayan ancak büyük çoğunluğu Müslüman olan bu ülkenin tüm bölge ülkeleri tarafından kendisine yakın görülmesinde yatıyor. Türkiye, bu eşsiz konumunu Kasım ayında da yoğun olarak kullanmak zorunda olacak.
Serpil AÇIKALIN
.........
12 Kasım 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder