12 Kasım 2008 Çarşamba

Obama ve Ortadoğu



Serpil Açıkalın
11 Kasım 2008
USAK

Barack Obama iki yıl süren seçim kampanyalarının ardından 4 Kasım 2008 de Amerika’nın 44. başkanı oldu. Martin Luther King 45 yıl önce ‘bir hayalim var’ derken bir gün siyah bir Amerikalının başkan olacağını tahmin edebilir miydi bilinmez ancak bugün Amerika, Luther King’in eşitlik talebinin ötesinde siyahi bir başkana sahip.

Barack Obama’nın seçilmesiyle sekiz yıl süren Bush döneminin sona ermesinin, Ortadoğu’da genel olarak hâkim olan Amerikan karşıtlığını gelecekte hangi yönde etkileyeceği merak ediliyor. Kampanyalar süresince Obama’nın rakibi McCain’in uygulayacağı politikalar sekiz yıllık pre-emptive(önleyici) politikalara dayalı Bush doktrininin bir devamı olarak algılandı. Politikada deneyim sahibi ve beyaz olması gibi özellikleri McCain için bir avantaj; siyah olması, yeterince Hıristiyan ve milliyetçi olmaması ve dış politikada deneyimsiz olması gibi özellikleri ise Barack Obama için bir dezavantaj olarak görüldü/gösterildi. Ancak Obama için dezavantaj olarak görülen bu özellikler, Bayaz Sarayı ‘Beyaz Adam’ ve Amerika’yı Bush ile özdeşleştiren Araplar için tam tersine Obama’ya karşı psikolojik bir yakınlık duyulmasına sebep oldu.
Ülkesi şeytan ekseninde yer alan bir Arap için haçlı seferlerinin yüzyıllar sonra tekrar dile getirilmesi dahi Amerika’ya karşı olan önyargıların artması için yeterliydi. Afganistan işgali sonrası Irak savaşı ile doruğa çıkan Amerikan karşıtlığının bir göstergesi olarak, Amerika ile işbirliği yapan Arap Devletlerinin halkları bu ilişkinin sadece hükümetler arasında sınırlı olduğunu, Amerika ve İsrail’in kendileri için hala ülkelerindeki ve dünyanın diğer ülkelerindeki ‘kötülüğün kaynağı’ olduğunu iddia ediyorlar. Bununla birlikte Obama’nın İsrail ile ilgili olarak yaptığı açıklamalarda Araplar için olumsuz sayılabilecek ifadeler kullanmasına rağmen hala destek alabilmesi, kendisinin bu halklar tarafından aslında bir ‘sembol’ olarak da görüldüğünü kanıtlıyor. Bu durum aynı zamanda Obama’nın ve rakibi olan McCain ve yardımcısı Palin’in nasıl bir fenomen haline dönüştüğünü de gözler önüne seriyor.

Mısırlı Yusuf Kardavi gibi bazı önemli isimler cihadın devam etmesi için McCain’in seçilmesini tercih ettiklerini açıkladılar. Bazı Arap yorumcular ise Obama’nın seçilmesiyle Amerikan sisteminde radikal bir değişimin olmasını beklemiyor, çünkü 1940’lı yıllardan itibaren İsrail’in güvenliğini sağlayan ve bölgede petrole dayalı çıkarlarını devam ettirmeye dayalı politikalar izleyen ABD’nin başkanın Cumhuriyetçi ya da Demokratik Parti’den olması çok da önemli değil. Onlara göre yeni başkan var olan politikaları uygulamaya devam edecek. Seçimlerden birkaç gün önce Obama’nın seçmenlerine seslenirken “Korku yerine ümit edin, bölünme yerine birleşin…sadece bu seçimleri kazanmak için değil…bu ülkeyi değiştirmek için…dünyayı değiştirmek için…” sözleri nedeniyle değişim bekleyenler de var. Ancak belki de bu yorumlar arasında en gerçekçi olanı Amerikan politikalarının değil üslubun değişeceği şeklinde olan yorumdur. Pek çok Arap yazar gibi Mısırlı gazeteci Fehmi Huveydi de ‘Niçin McCain değil Obama?’[i] yazısında Hüseyin olan ikinci ismi kadar Obama’nın İran ve Suriye gibi ülkelerle diyaloga geçme çabasının dış politikada üslup değişimine işaret olduğuna değindi. Ayrıca Obama’nın seçilmesinin ABD’nin bölge halkları nazarındaki imajında düzelme umutlarına katkıda bulunduğuna da kesin gözüyle bakılıyor. Obama’dan beklenen ise Bush benzeri sert güç(hard power) yerine yumuşak güç (soft power) kullanması.

İsrail-Filistin Meselesi

Obama’nın AIPAC toplantısında yaptığı konuşması İsrail ve bölgedeki diğer ülkelerle ilişkilerde izlenecek yöne dair bilgiler verdi. Elektronik posta yoluyla dolaşan söylentilerde İsrail karşıtı olduğu ve Kolombiya ekolünden gelen Filistin hakları savunucusu Raşid Halidi’nin arkadaşı olduğu yönündeki iddialara rağmen, ‘İsrail’in dostu’ olarak ve ‘kalpten’ yaptığını ifade ettiği konuşmasında, İsrail-ABD ilişkilerinin sonsuza kadar devam edeceğinden emin olduğunu ve Kudüs’ün, İsrail’in bölünmez ve ebedi başkenti olacağını söyledi. Obama konuşmasında, 11 yaşındayken kaldığı kampta Amerikalı bir Yahudi olan kamp yöneticisi ile tanışmalarından ve bu yöneticinin Yahudi halkının yüzyıllar boyunca anayurt hayallerini, inançlarını, ailelerini ve kültürlerini koruması hakkında anlattıklarından bahsetti ve siyah bir Kenyalı olan babasından kendisi iki yaşındayken ayrılmasından sonra beyaz olan annesi ile Endonezya’ya, sonrasında ise Amerika’ya gelişiyle Yahudilerin geçmişi arasında bir bağlantı kurdu. Yahudi halkının ruhsal, duygusal ve kültürel kimliğini koruması, Siyonizm, anayurt düşüncesi ve Holokost’ta yaşananları çok iyi anladığını ifade etti. Obama konuşmasında Sderot’a fırlatılan füzelerin İsrail halkı için risk teşkil ettiğini ve Amerika’nın son dönemdeki uygulamalarının İsrail’in güvenliğine katkıda bulunmadığını söyledi. İsrail ile ABD’nin ortak çıkarlarının olduğunu söyleyen Obama, İsrail’in güvenliğinin ABD’nin güvenliği olduğunu ve İsrail’e önümüzdeki on yıl içinde 30 milyar dolarlık savunma yardımı yapılacağını açıkladı. Ayrıca iki devletli çözüm konusunda aktif rol alacağına dair söz verdi ve Lübnan ile yakınlaşan Suriye’nin kitle imha silahları peşinde olmasına rağmen ABD’nin, İsrail-Suriye barış görüşmelerinde İsrail’i destekleyeceğini söyledi.

Tüm bu açıklamalara rağmen gelecek yıl seçimlerin yapılacağı İsrail’de, Obama’ya karşı şüpheler başlangıçtan itibaren devam ediyor. İsrail-Filistin meselesinde zaten ümitsiz başlayan Annapolis Konferansı’ndan bir yıl sonra Batı Şeria’da genişlemeye devam eden İsrail yerleşimleri ve çatışmalar sürerken Obama, iki devletli çözüme ulaşmak için barış girişimlerinin yapılmasını savunuyor.

Ayrıca son yıllarda ABD’nin bölgedeki arabuluculuk faaliyetlerinin giderek Mısır, Türkiye, Katar ve Fransa gibi ülkelere doğru kaydığı gözlenmekte. Annapolis Konfreansının da zaten başından itibaren fazla bir beklentiyle başlamaması ABD’nin bu konudaki misyonunun giderek zayıfladığını ortaya koyuyor.

İran

Obama seçim kampanyaları süresince Arap ve Müslüman dünya ile diplomasi yoluyla uzlaşmaya gidilmesinden yana olan tek adaydı. McCain ‘bomb bomb Iran’ şarkısını söylerken Obama, İsrail’i savunacağına söz vermekle birlikte Bush yönetiminin Tahran ile konuşmama politikasını da başarısız bulduğunu söyledi. Obama İran’ın terörizmi desteklediğini ve yasadışı olarak nükleer silahlanmasından haberdar olunduğunu, ancak İran’a karşı geliştirilebilecek bir strateji yerine Irak’ın işgal edildiğini, bunun da Ortadoğu’da aşırılıkların gelişmesine katkıda bulunduğunu düşünüyor. Bununla birlikte Bush döneminde pozisyonunu daha da güçlendiren İran’ın nükleer faaliyetlerini de artırdığını ve İsrail için de daha tehlikeli bir hale geldiğini belirterek bu gerçekler karşısında İran’a karşı daha farklı bir politika izleneceğini söylüyor. Yaşanan son finansal kriz sonrası ABD veya İsrail tarafından başlatılacak olan İran’a karşı herhangi bir önleyici savaş ihtimali çok zayıf görünüyor. Obama, ABD’nin çıkarları söz konusu olduğunda İranlı liderlerle diplomasi yollu koşulsuz bir diyalog kurulacağını söylüyor ve Haziran ayında cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağı İran ile görüşmek istiyor. İran ile yakınlaşma, ABD’nin Irak ve Afganistan’da istikrarın sağlanması, El-Kaide ile mücadele ve İran’ın petrol ve doğalgazından yararlanma gibi konularda şansını artırabilir. Ancak İran’ın rotasını değiştirmediği taktirde Avrupa, Japonya ve Körfez ülkeleri ile birlikte İran’a karşı ekonomik ve petrol ihracına yönelik izolasyon politikasına gidileceğini de ekliyor. Obama’nın diplomasiye dayanan politikaları yanında ABD ve İsrail’in güvenliği söz konusu olduğunda askeri seçeneği de saklı tuttuğu ise bilinen bir gerçek.

Obama’nın İran’ın nükleer silah geliştirmesinin kabul edilebilir olmadığına yönelik yaptığı açıklamasına karşılık İran Meclis Sözcüsü Ali Larijani tarafından ABD politikalarında esaslı değişimler yerine taktiksel değişimin kabul edilebilir olmadığını söyledi. Obama’nın seçilmesini takip eden Pazar günü Şarm el-Şeyh’te yapılan toplantıda ise Bahreyn, Ürdün, Mısır, Fas ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin Dışişleri Bakanları Obama’nın İran ile diyalog girişimlerinden duydukları kaygıyı dile getirdiler. Toplantıya katılan ABD Dışişleri Bakanı Condalizza Rice ise ABD’nin, nükleer silah konusunda İran’ın bölgede öncelikli bir konuma gelmesine izin vermeyeceğini söyleyerek ülkeleri ikna etmeye çalıştı. Ancak Rice’ın hala ABD’nin eski yönetimi adına konuşuyor olması nedeniyle İran’ın, Lübnan, Suriye, Irak ve Körfez ülkeleri üzerindeki etkisinden kaygılanan Arap ülkeleri için bu konuşmanın çok fazla tatmin edici olduğu söylenemez.

Suriye

26 Ekimde Amerika tarafından Suriye’nin bombalanması sonrası gelen yorumlar saldırının sadece Irak sınırındaki teröristlerle ilgili olmadığı, aynı zamanda Şam’ın Lübnan’da Hizbullah ve Fetih El-İslam ile Gazze’de ise Hamas ile ilişkisiyle de bağlantılı olduğu yönünde. Saldırılar sonrasında ülkede on binlerce kişinin katıldığı gösteriler yapıldı. Beşar Esad yönetimi kendisini dünyadan izole etmeye çalışan Bush yönetimi ile yaşadığı sorunları Obama ile aşmayı hedefliyor. İran devleti ile Hizbullah ve Hamas gibi gruplarla müttefik olan Suriye’nin, İsrail ile barış yapma konusundaki istekliliği ve artık Hizbullah’ın da veto hakkının olduğu Lübnan ile diplomatik bağların kurulduğu da unutulmaması gereken diğer bir husus. Suriye’nin umudu ABD’nin aracılığı ile yapılacak olan barış görüşmeleri ile Golan Tepelerinin tekrar kazanılması. Obama, McCain’in aksine Suriye ile diyaloga da sıcak bakıyor.

Irak

Beş yıllık Irak işgalinin ardından Irak’ta şiddet devam ediyor. Amerika’da, Irak konusunda politik ve insani kayıpların yanı sıra savaşın finansal yönü de öne çıkmakta. 2000 yılında Saddam Hüseyin’e karşı Bush yerine Demokrat Al Gore'u destekleyen Kürtler son Amerikan seçimlerinde ise McCain den yanaydılar. ABD’nin Irak’ta 144 bin askeri var. Amerikan ve diğer ülke askerlerinin Irak’ta kalmasına izin veren Birleşmiş Milletler’in yetki süresi 31 Aralık’ta doluyor. ABD ve Irak arasında yapılacak olan ikili anlaşma ile Amerikan güçlerinin 3 yıl daha burada kalması planlanıyor. Ancak bu durum Sadr yanlılarınca destek bulmuyor ve ABD askerlerinin kalış süresinin uzatılması İran tarafından desteklenen Şii gruplar tarafından protesto ediliyor. Anlaşma olmadığı takdirde Amerikan askerlerinin Irak’taki kalış süresi 31 Aralık’ta bitecek. Obama ise ABD askerlerinin 2010’un Haziran ayına dek aşamalı olarak çekilmesini savunuyor. Yapılan yorumlar ise seçim öncesi ülkedeki beklentilere yönelik olarak çekilme vaadi verilmiş olsa da 2012 yılından önce çekilmenin düşük bir olasılık olacağı şeklinde.[ii]

Körfez Ülkeleri ve Mısır

Bölgede Amerika ile müttefiklik ilişkisi olan ülkeler yeni başkanın bu ülkelerin stratejik konumlarının farkında olduğunu bildiklerini ifade ediyorlar ve ilişkilerin güçlenerek devam etmesini umuyorlar. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek beş yıldır Washington’a ziyarette bulunmayarak Amerika ile sıcak ilişkinin devam etmediği sinyalini geçmişte verirken, yeni Amerikan Başkanı Mısır için de yeni bir sayfanın açılması anlamına geliyor. Mısır 2003 yılında Amerika’nın Irak müdahalesinde aynı safta yer almamış ve İran konusunda nükleer faaliyetlerine rağmen askeri müdahale konusunda Amerika’ya destek vermemişti. Buna rağmen Mısır'ın, Amerika’dan İsrail’den sonra dünyada ikinci en büyük yardımı alan ülke olması ve bölgedeki öncü rolü aynı zamanda bir sonraki hükümetle ilişkilerin daha yoğun olarak devam etmesi anlamına geliyor.

Körfez ülkelerinde ise halk diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi kendisini Obama’ya daha yakın hissediyordu. Körfez ülkelerinde genelde muhafazakâr yaklaşımından dolayı Cumhuriyetçi adaylar tercih edilmekle birlikte, hükümetler arası ekonomik, politik, askeri ve güvenlik ilişkileri ve karşılıklı fayda göz önüne alındığında Cumhuriyetçi ya da Demokrat olması fark etmez anlayışı hâkim.

Yıllık ortalama 55 milyar dolarlık petrol alımını Suudi Arabistan’dan yapan Amerika'nın yeni başkanı Obama, kampanyası sırasında hedefleri arasında enerji bağımsızlığını da göstermişti. 10 yıllık süre içinde Ortadoğu ve Venezüella yerine başka kaynaklara yönelme sözü vermesine rağmen, Suudi Kral seçim sonrası Obama’yı tebrik etti ve yeni başkanla birlikte ABD-Suudi ilişkilerinin güçlenmesi temennisinde bulundu. Eylül ayında bazı Taliban liderlerinin davet edildiği ve bu hafta Pakistan Devlet Başkanı Asıf Ali Zardari’nin finansal destek için ziyarette bulunduğu Suudi Arabistan’ın, Taliban rejimiyle ve Pakistan ile devam eden diyalogu nedeniylede Amerikan yönetimince merkezi bir role sahip olduğu kabul ediliyor. [iii]

Sonuç olarak, Obama ile birlikte bölgeye yönelik bir üslup değişmesi bekleniyor ve Araplar için en iyi alternatif olduğu kabul ediliyor. El-Şark El-Evsad gazetesinden Bununla birlikte Amir Taheri’nin de belirttiği gibi iki yıl önce seçim kampanyaları başladığında konuşulan Irak konusunda ne yapılacağıydı ancak bugün konuşulan Amerika’da ne yapılacağı.[iv] Özellikle ülkede yaşanan mali sıkıntılar(ekonominin düzlüğe çıkarılması, sağlık sigortası reformu, enerji reformu ve vergi indirimi ) ve Irak sırada beklerken, bölge için en önemli sorunlardan sayılan İsrail-Filistin çatışması konusunda barış görüşmelerinin İsrail’de yapılacak olan seçimler sonrasında ve gecikmeli bir şekilde başlayacağı söylenebilir. Ayrıca dış politikada Afganistan, Pakistan ve İran öncelikli bir yere sahip. Bu yüzden bölgeye yönelik olumlu bir değişimin, yeni başkanın meşruiyet sağlama kaygısı da göz önüne alındığında çok kısa vadede gerçekleşmesi beklenmemelidir.


[i]لماذا أوباما وليس ماكين؟ , http://dostor.org/ar/index.php?option=com_content&task=view&id=6103&Itemid=51(Erişim tarihi 24 Ekim 2008)
[ii] Obama’s Administration not to Withdraw Troops from Iraq, but to Reduce Their Number, http://news.trend.az/index.shtml?show=news&newsid=1342270&lang=EN (Erişim tarihi 11 Kasım 2008)
[iii]Interfaith, Oil, and Afghanistan: Where Saudi and U.S. Interests Diverge, http://www.washingtoninstitute.org/templateC05.php?CID=2959
[iv]Obama's America: One Nation, Two Visions, http://www.asharqalawsat.com/english/news.asp?section=2&id=14639 (Erişim tarihi 9 Kasım 2008)


Serpil Açıkalın
USAK Ortadoğu Araştırmaları Merkezi
11 Kasım 2008
sacikalin@usak.org.tr

30 Ekim 2008 Perşembe

Finansal Krizin Arap Ülkelerine Yansıması



Finansal Krizin Arap Ülkelerine Yansıması
USAK-Serpil Açıkalın
30 Ekim 2008, Perşembe


1929’da patlak veren büyük bunalımdan sonra yaşanan en büyük mali kriz olduğu belirtilen finansal piyasalardaki en son dalgalanmalar, Amerika, Avrupa ve Asya piyasalarının ardından Arap ülkelerinde de kaygılara yol açtı.

Körfez’deki Arap ülkeleri petrol fiyatlarındaki düşüşe bağlı finansal sorunlar yaşarken, petrol dışı gelirlerin daha önemli olduğu diğer Arap ülkeleri için yabancı yatırımların azalması, turizm ve ihracatlarındaki azalmayla bağlantılı sıkıntılar ön plana çıkıyor.


Körfez Ülkeleri

Küresel finansal krizin etkisiyle ham petrol üretiminde dünyanın en zengin rezervlerine sahip olan Körfez bölgesinde büyüme doğrudan petrol gelirleriyle bağlantılı olduğundan petrol fiyatlarının düşmesi sonucu hızlı büyümede de düşüş gerçekleşmesi bekleniyor. Önceki haftalarda IMF, tüm ülkelerin bireysel çabalarına rağmen Körfez İşbirliği Konseyi(KİK) üyesi ülkelerin birlikte hareket etmesi çağrısında bulunmuş ve 2009 yılı için öngörülen % 7,1’lik ekonomik büyümenin % 6,6’ya düşeceğini tahmin etmişti. Tüm bu uyarılar petrol üreticisi Arap ülkelerini önlemler almaya itti. Geçtiğimiz hafta Cumartesi günü Riyad’da yapılan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi altı ülke (Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarının katıldığı konferansta dünyayı saran finansal kriz konusunda alınabilecek önlemler konuşuldu. Ülkeler ayrıca ulusal düzeyde de önlemler almaya çalışıyorlar.

OPEC’in 1 Kasım’dan itibaren günlük 1.5 milyon varil petrol üretiminin düşürülmesi kararının ardından Cumartesi günü yapılan konferansta, finansal kriz karşısında bölgedeki banka ve borsaların karşılaştığı zorlukları en aza indirebilmek için birlikte hareket edilmesinin gerekliliği ve bölgede 2010 yılında ortak bir para biriminin kullanılması olasılığı konuşuldu. Körfez ülkeleri kriz karşısında likidite sorununu aşmak amacıyla bankalara yüksek miktarda fon aktarıyor. Cumartesi günü yapılan toplantı sonrası Suudi Maliye Bakanı İbrahim el-Asaf, Körfez ülkelerinde 2008 yılı için % 4-6 arasında bir büyümenin öngörüldüğünü ve büyümede yaşanabilecek herhangi bir düşüşün petrol piyasasından kaynaklanabileceğini açıkladı.[i]

Krizin başlangıcından itibaren bu ülkelerin borsalarında % 9’lara varan düşüşler gözlendi. Likidite sıkışması korkusu ve küresel kredi sıkıntısının bir sonucu olarak Körfez ülkelerinde ekonomik büyüme ve ‘mega’ altyapı projelerinin devam edip etmeyeceğine ilişkin endişeler ise artarak devam ediyor.

Ülkeler bankacılık sistemlerine yüksek düzeylerde para aktararak finansal sektörde güvenin artmasını amaçlıyorlar. Birleşik Arap Emirlikleri finansal sektöre 32,7 milyar dolar fon aktarma kararı aldı ve tüm banka mevduatlarına garanti verdi. Bölgedeki en büyük ekonomiye sahip olan Suudi Arabistan da ülkede finansal sorun yaşayan vatandaşları için sağlanacak desteğin 2.67 milyar dolara çıkarılması kararını aldı. Ayrıca ülkede önceki hafta tüm banka mevduatlarına garanti verildi ve bankaların borç vermesini kolaylaştırmak amacıyla bankalardaki zorunlu rezerv oranlarını % 13’ten % 10’a düşürüldü.

Katar ise finansal krizle baş edebilmek amacıyla yerel bankaların hisselerini satın alarak 5.3 milyar dolar tutarında finansal sisteme para aktardı. Bahreyn de likidite sıkıntısı çeken bankalar için fon sağlanabileceğini duyurdu. Kuveyt ise sadece gerekli olduğunda banka mevduatlarına garanti verileceğini açıklamasının ardından ülke içinden gelen eleştiriler sonrası doların değerinin yükselmesinden dolayı yaşadığı sıkıntı nedeniyle ülkenin ikinci büyük ticari bankası olan Gulf Bank’a müdahale kararı aldı ve bankaya bir yönetici atadı. Ayrıca yerel bankalardaki mevduatlara da garanti verildi.

Temmuz ayında 150 dolara yaklaşan petrol fiyatlarının neredeyse yarı yarıya düşmesi Körfez ülkelerinin yatırım yaptıkları diğer ülkelere aktardıkları fonların da azalmasına neden oldu.

Son yaşanan krizle Körfez ülkelerinde yaşananların Türkiye’ye etkisine bakacak olursak, dünyadaki ihracat pazarının daralması Türk ihracatçıları içinde kaygı verici oldu. Özellikle özelleştirmeler ve ihracat anlamında ön plana çıkan Körfez ülkeleri son 10 yıldır Orta Doğu pazarını keşfeden Türk ihracatçısı için de -diğer ülke ihracatçılarında olduğu gibi- küresel daralmada bir çıkış kapısı olarak görülüyor. Cari fazlası olan bu ülkeler geçmişte fon yatırımlarına önem verirken son yıllarda altyapı projelerine yönelmiş durumda ve bunların büyük bir kısmını inşaat projeleri oluşturuyor. Körfezdeki sıcak paradan yararlanmak isteyen ve bölgeye ağırlıklı olarak inşaat, motorlu taşıtlar ve tüketim malları ihracatı yapan Türk yatırımcısı da özellikle Birleşik Arap Emirlikleri ile ihracatını geçen yıla göre büyük oranda artırmış durumda. Geçen yıl 10. sırada olan Birleşik Arap Emirliklerine yaptığımız ihracat bu yıl Ağustos ayı itibariyle Almanya’dan sonra ikinci sıraya yerleşti. 2008’in ilk sekiz aylık ihracat rakamlarına baktığımızda Avrupa’ya ve Amerika’ya olan ihracatın gerilerken Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Afrika ülkelerinde büyük oranlarda artış gerçekleşmekte. Ancak günlük petrol üretim miktarını 1.5 milyon varil düşürme kararı alan OPEC ülkelerinin bu kararının diğer ülkelere yapılan yatırımlara etkisi ancak uzun vadede anlaşılabilecek bir durum. Önümüzdeki dönemde de Körfez ülkelerine olan ihracatın hacimsel artışının devam etmesine rağmen ihracat rakamlarında rakamsal bir düşmenin olması bekleniyor.


Körfez ülkeleri 2010 yılında ortak para birimine geçmeyi hedeflerken 11 Eylül olayları sonrası Körfezden Türkiye'ye gelen şirket sayısı 2008 Haziran itibariyle 2 bin 430’a kadar yükseldi.

Körfez ülkelerine yapılan ihracat kalemleri şu şekilde:

Birleşik Arap Emirlikleri: Demir-çelik, kıymetli taşlar ve metaller, mineral yakıtlar, elektrikli makineler, otomotiv yan sanayi.

Suudi Arabistan: Demir-çelik, otomotiv yan sanayi, halı, mineral yakıtlar, elektrikli makine.

Kuveyt: Demir-Çelik, hazır giyim, gıda, dokumacılık ürünleri, makine.

Katar: Demir-çelik, elektrikli makine ve teçhizat, kara ulaşım araçları, metal dışı mineraller, mobilya.

Bahreyn: Demir-çelik, gıda, tekstil, mutfak araç gereçleri, inşaat ve yapı malzemeleri.

Umman: Fiber optik kablo, demir-çelik, otomobil, gıda, ayakkabı.

Yemen: Tekstil, demir-çelik, çimento, oto lastik ve aksamları, tarım aletleri

Kuzey Afrika

Mısır

Mısır’a baktığımızda bu ülkede yabancı yatırımcılar çok kritik bir öneme sahip olduğundan yabancıların piyasadan çekilmesinden endişe duyuluyor. Mısır’da son yıllarda artan Arap yatırımcılar özellikle Yukarı Mısır bölgesinde yenilenebilir enerji kaynaklarını ve insan gücünü kullanmayı amaçlıyor. Körfez ülkeleri dışında ülkede Çin, Hindistan, Türkiye ve diğer bazı Asya, Güney Amerika ve Arap ülkelerinin de yatırımlarının hızla arttığı bilinmekte. 2008/09 mali yılında toplam dış yatırımın 10 milyar doları bulması beklenen Mısır’da, son dört yılda yapılan dış yatırımların –petrol de dâhil- % 40-60’ını Arap yatırımcılar oluşturuyor. Ayrıca Yukarı Mısır’da yapılacak olan yatırımlar için hükümet tarafından önemli teşvikler sunuluyor.

Küresel ekonomideki yavaşlamayla birlikte Mısır’da, petrol dışı ihraç ürünlerinde bu yılki ihracatı % 35 oranında artırma hedefine de ulaşılamayacağı tahmin ediliyor. Yurtdışından gelecek olan yatırımcıların öneminin farkında olan Mısır’ın, birkaç yıl önce Avrupa ve Amerika ile olan ticaret hacmi toplam ticaretin % 90’ını oluştururken bugün % 65 olması ise ülkede Arap ve Asya ülkelerinden gelen ticari ortakların sayısının arttığını göstermekte. Bununla birlikte ihracatın yarısından fazlasının hala Avrupa ve Amerika’ya yapılıyor olması nedeniyle ihraç ürünlerindeki talep azalmasıyla birlikte Mısır ihracatının da zarar görmesi bekleniyor. 2007 yılında Mısır’ın Amerika’ya yaptığı 7,7 milyar dolara ulaşan ihracat, Mısır Gayrisafi Yurtiçi Milli Hasılası’nın % 7’sini oluşturmakta.

Mısır’da 21-22 Ekim tarihleri arasında finansal krizin etkilerini tartışmak üzere Euromoney Konferansı düzenlendi. Kahire’de ‘Mısır’a Yatırım Yap’ sloganı ile gerçekleştirilen ve 600 uluslararası, Arap ve Mısırlı yatırımcının katıldığı Euromoney Konferansı’nda, yaşanan mali krize rağmen Mısır ekonomisinin kredibilitesinin yüksek olduğu belirtildi. Konferansta ele alınan konular arasında önemle üzerinde durulan konu ise yıl içinde ülkede gerçekleşen enerji ve emtia fiyatlarındaki artışlar oldu. Bankacılık siteminin pek çok ülkeden daha iyi olduğunu ifade eden Başbakan Ahmet Nazif, bu yıl %6-7 arasında büyümenin beklendiğini söyledi. Hedeflenen büyüme oranlarına ulaşabilmek için yatırımların (özellikle finansal krizin yaşandığı bir dönemde yatırımcı için daha cazip olan somut projeler arasında sayılabilecek altyapı alanında) ve iç tüketimin artırılması temel hedefler arasında gösterildi.

Mısır Ticaret ve Endüstri Bakanı Raşid Muhammed Raşid de Amerikan Ticaret Odasına yaptığı ziyarette, Amerikan bankacılık sistemi ve vatandaşlar arasında güven sorunun olduğunu, bununla birlikte Mısır için bazı avantajların bulunduğunu belirtti ve son krizin etkisiyle gıda fiyatlarında % 15’lik bir düşme olabileceğini söyledi. Eğer hükümet ve iş dünyası birlikte hareket etmezse % 7’lerde beklenen büyüme oranının 2008 yılı için yapılabilecek en kötü senaryolarda % 3-4’lerde olabileceğini, bunun da işsiz sayısında artışa sebep olacağını ifade etti. Dünya ticaretinde gerçekleşecek olan % 9,3’ten % 4,1’e beklenen düşüşle bağlantılı olarak Süveyş Kanalı gelirlerinde de ciddi bir düşme yaşanması Mısır’ın diğer bir kaygısı.[ii]

Mısır’ın önemli gelir kaynaklarından sayılan turizmde de küresel finansal krizin olumsuz bir etkide bulunması bekleniyor, oysa son iki yıldan beri bu gelirler rekor seviyeye ulaşmıştı. 2006 ve 2007 yıllarında toplam 9,7 milyar Mısır Poundu olan turizm geliri 2008 yılının ilk yarısında 9,5 milyar Mısır Poundu olarak gerçekleşti. Bu rakam Mısır Gayrisafi Yurtiçi Milli Hasılası’nın % 11’den fazlasını, yabancı para gelirlerinin ise % 19,3’unu oluşturuyor. Ancak turizm gelirlerindeki düşüşün ilerleyen aylarda gerçekleşmesi bekleniyor. Süveyş Kanalı’nın Eylül ayındaki gelirlerinde ise %7 oranında bir gerileme oldu ve Ağustos ayında gerçekleşen 504,5 milyon dolarlık gelir Eylül ayında 469,6 milyon dolara geriledi. Yabancı yatırımlara yönelik kaygı ise ülkeye yatırımın riskli olmasından değil, kredilerdeki düşüşten kaynaklanıyor.

Mısır’da son 16 yılın en yüksek enflasyon oranı Ağustos ayında % 23 olarak gerçekleşti. Bu fiyat artışları Mayıs ayında hükümetin memur maaşlarında artışa gitmesinden sonra Mısır borsasında da kayıplar oldu ve Eylül ayının başından itibaren düşüş %35 civarında gerçekleşti.[iii] Harcamalarının büyük bir kısmını gıda maddelerinin oluşturduğu pek çok Mısırlı için merak konusu dünya çapında yaşanan fiyat düşüşlerinin niçin hala gıda fiyatlarına yansımadığı. 80 milyona yaklaşan nüfusunun % 40’ı günlük 2 doların altında bir gelirle yaşayan ve resmi rakamlara göre % 9,1[iv] olmasına rağmen çok daha yüksek olduğu bilinen işsizliğin yaşandığı ülkede halk için yaşanan tartışmalar içinde en fazla önem taşıyan konu gıda fiyatlarının düşüp düşmeyeceği konusu.


Cezayir – Tunus - Libya –Fas

Tunus’a baktığımızda, devlet yetkilileri tarafından küresel krizin ülkeye etkisinin çok düşük düzeyde olacağı iddia edilmekte. Tunus Merkez Başkanı Tevfik Baccar yaptığı bir açıklamasında krizin ‘bulaşıcı’ etkisi konusunda endişelerinin olmadığını çünkü Tunus’taki finansal yapının diğer ülkelerden farklı olduğunu ve morgage sisteminin bu ülkede diğer ülkeler kadar gelişmemiş olduğunu belirtti. Ancak özellikle tarım ürünleri, turizm, ihracat ve gurbetçi işçilerin gelirleri nedeniyle Avrupa’ya büyük ölçüde bağlı olan Tunus’ta, finans yetkilileri kriz konusundaki endişelerini daha rahat dile getiriyorlar. Krizin Avrupa’ya ulaşmasının ardından ülkeye yapılan yatırımlarda ve Avrupa’da yaşayan işçilerin gelir transferlerinde düşüşün yanı sıra, Tunus ihracatı ve ülkeye gelen Avrupalı turistlerin sayısında da bir azalma bekleniyor.[v]

Cezayir’de de hükümet yetkilileri, ülkede uygulanan finansal stratejiler, ülkenin uluslararası finansal piyasalara tam entegre olmaması ve borçların erken ödenmesinden dolayı, faiz oranı yüksekliği ve likidite krizi gibi sorunlarla kısa vadede yüz yüze gelme ihtimalinin olmadığını belirtmekteler. Bununla birlikte finans uzmanları, krizin negatif etkilerini dünya çapında düşen petrol gelirleriyle bağlantılı olarak temelde hidrokarbona dayanan Cezayir ihracatının getirisinin düşmesi ve buna bağlı olarak yatırımların azalması olarak sıralıyorlar.[vi]

Fas’ta da finansal krizin etkisiyle dış yatırımlar, turizm ve ihracat gelirlerinin azalmasıyla birlikte büyüme oranlarının düşmesi bekleniyor. Fas’a 2010 yılında 10 milyon turist gelmesi ve turizm gelirlerinin Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla’nın %20’sini bulması tahmin edilse de Avrupa’da yaşanan durgunluktan dolayı bu hedefe ulaşılamayacağı anlaşılıyor. Ancak Merkez Bankası Başkanı Abdul Latif Joahri yaptığı açıklamada, Avrupa’da ihtiyaç duyulacak ucuz tarım işçilerinin Fas’tan sağlanmasının krizin fırsatlarından birsi olacağını söyledi. Ancak Avrupa’da bulunan düşük vasıflı Faslı işçilerin krizden olumsuz etkilenmesi de söz konusu. Fas Enerji Bakanı da yaptığı açıklamada krizin etkisinin ancak orta vadede ortaya çıkacağını, şu an petrol fiyatları düşse dahi 80 milyar dolarlık bir gelirin 2008 yılı için beklendiğini ve ülke 137 milyar dolarlık yabancı rezervlere sahip olduğu için devam eden projelerde herhangi bir iptalin söz konusu olmadığını açıkladı.[vii]

Afrika’daki en büyük petrol rezervlerine sahip olan Libya’da ise gelecek yılın bütçe hesaplarında petrol fiyatı 45 dolar olarak yapılıyor ve Başbakan Dr. Bagdadi El-Mahmudi Libya Yüksek Ekonomi Komisyonu toplantısında yaptığı açıklamada finansal krizin Libya’ya hiçbir etkisinin olmadığını söyledi.[viii] Merkez Bankası Başkanı Ferhat Bengdara da yaptığı açıklamada petrol fiyatlarının 45$ a düşmesi durumunda dahi ülkede devam eden gelişmenin aksamayacağını ve 2008 yılı büyüme tahmininin %6,5 olduğunu söyledi.[ix] Libya’da 2008 yılında gerçekleşen %12’lik enflasyonun 2009’da %5-6 civarında olması hedefleniyor ve petrol düşüşlerinden dolayı gelecek yıl büyümenin %6 ya düşmesi bekleniyor.

Libya’da bulunan Türk yatırımcıların sayısı ise dikkat çekici düzeyde yüksek. Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren, son 3 yılda Libya'da alınan işlerin 8 milyar doları aştığını ve 2007'de, 19.5 milyar dolar dış müteahhitlik işinin 4.9 milyar dolarını Libya'da aldıklarını söyledi.

Kuzey Afrika’ya genel olarak bakıldığında petrol ihraç eden Cezayir ve Libya düşen petrol fiyatlarından etkilenirken, Tunus, Fas ve Mısır gibi gelir kaynakları daha çeşitli olan ülkeler ise turizm, ihracat ve yabancı yatırımların düşmesinden endişeleniyor.



[i] Crisis GCC to unify stand against crisis,
http://www.zawya.com/story.cfm/sidZAWYA20081026030153/GCC%20To%20Unify%20Stand%20Against%20 (Erişim tarihi 26 Ekim 2008)
[ii] رشيد: نمو الاقتصاد المصري قد يتراجع إلي ٣% .. ومعدلات البطالة سترتفع
http://www.almasry-alyoum.com/article2.aspx?ArticleID=182822&IssueID=1197 (Erişim tarihi 23 Ekim 2008)
[iii]Marking down growth rate, published, www.gulfnews.com/business/Business_Feature/10255142.html, (Erişim tarihi 29 Ekim 2008)
[iv] http://www.capmas.gov.eg/eng_ver/sdds/SDDS3.htm
[v] Tunisia watchful but unafraid of global financial crisis, http://www.magharebia.com/ cocoon/awi/xhtml1/en_GB/features/awi/features/2008/10/15/feature-01, (Erişim tarihi 27 Ekim 2008 )
[vi]Algerian government reassures people on financial stability, http://www.magharebia.com/cocoon/awi/xhtml1/en_GB/features/awi/features/2008/10/10/feature-01 , (Erişim tarihi 27 Ekim 2008)
[vii] 2010 Tourism Vision Gave New Momentum to the Sector, Minister, http://www.map.ma/eng/sections/economy/2010_tourism_vision/view (Erişim tarihi 27 Ekim 2008)
[viii] Libya Ready to Avert Financial Crisis, http://www.libyait.com/libya-ready-to-avert-financial-crisis (Erişim tarihi 27 Ekim 2008)
[ix]Libya making 2009 plans based on $45 oil, http://www.chron.com/disp/story.mpl/business/6073940.html , (Erişim tarihi 28 Ekim 2008)



Serpil Açıkalın
sacikalin8@gmail.com
USAK Ortadoğu Araştırmaları Merkezi
30 Ekim 2008

17 Ekim 2008 Cuma

Mısır’da Hüsnü Mübarek İktidarının 28. Yıldönümü : Mısır Demokrasinin Neresinde?




Serpil Açıkalın
15 Ekim 2008, Çarşamba

Enver Sedat’ın El-Cihad örgütü tarafından öldürülmesinden sekiz gün sonra, 14 Ekim 1981’de, Hüsnü Mübarek’in Devlet Başkanlığına atanmasının ardından tam 27 yıl geçti. 27 yılın sonra Mısır, bugünlerde hala ifade özgürlüğü davalarıyla meşgul. Hapiste pek çok gazeteci, akademisyen ve düşünür bulunmakta. Bir çok dava da hala sürmekte.

Mübarek, “geleceğimizin en iyi garantisi demokrasidir ”[1] açıklamalarıyla iktidara gelişinin ilk yıllarında kendisini demokrasinin savunucusu olarak göstermişti. Bu açıklamalar Mısır’da ve tüm dünyada Mısır konusunda iyimser bir havaya neden olmuştu. Ancak aradan geçen yıllar boyunca ülkede yaşanan demokrasi ihlalleri, fakirlik, olağanüstü hal kanunu, yolsuzluklar, ülkedeki radikal İslamcı hareketler ve ard arda çöken binalar Mısır gündemini işgal etti.

Mübarek’in ‘kalbi durana kadar’ iktidarda kalacağına dair yaptığı açıklamalar bir yana, ülkede Batılı anlamda ideal bir demokrasinin olmadığı halk ile yapılan en sıradan diyaloglarda dahi açığa çıkmaktadır. Örneğin bir kitapçıya girerek “Mısır-Demokrasi ilişkisi konusunda bir kitap arıyorum” dediğinizde “Mısır’da demokrasi yok ki” şeklinde bir cevap alınabilir. Ya da muhalif bir arkadaşınız Mübarek’in 1984 yılında Meclis’te yaptığı işareti göstererek, “o zaman bize sadece iki dönem iktidarda kalacağına dair söz vermişti ama beşinci döneminde ve hala ülkeyi yönetiyor” diyebilir. Ayrıca Mısır’da demokrasi ile ilgili internetten yaptığınız aramalar neticesinde ülkedeki demokrasi ve seçimlerle ilgili yapılan espirilerin fazlalığının dikkat çekici ölçüde olduğu da görülecektir.[2] 2005 seçimleri sonrası Mübarek’in en güçlü rakibi olan dönemin Gad(yarın anlamındadır) Partisi Başkanı Dr. Ayman Nur da dahil olmak üzere, Mısır’da halen hapiste yatan demokrasi mağduru yüzlerce kişi vardır.
Demokrasi ve insan ihlallerinden bazılarına yakından bakacak olursak, ilk akla gelen kişi şüphesiz ki Ayman Nur’dur. Nur’un, 2005 seçimlerinde resmi olarak % 7 oy aldığı açıklansa da aslında bağımsız kaynaklarca Hüsnü Mübarek karşınındaki en güçlü rakip olarak %13 oranında oy aldığı iddia edilmişti. Seçimlerde evrakta sahtecilik yaptığı suçlamaları ile hapse atılan Nur, beş yıllık hapis cezasının sona ermesini beklerken gazetelere ve yabancı liderlere hapisten mektuplar göndermeye devam ediyor. Sağlık durumu da zaman zaman kötüleşen Nur, Mübarek’ten sağlık şartları nedeniyle af istemesine rağmen bu talebi de kabul edilmedi.

Diğer isimler arasında, son haftalarda hakkındaki dava ile gündeme gelen İbrahim İsa yer almaktadır. 2007 yılının Ağustos ayında internet ve SMS mesajları ile Başkan Mübarek’in sağlığının kötüye gittiği, sağlık problemleri nedeniyle olayları hatırlayamadığı ve hatta öldüğü yönündeki söylentiler yayılmıştı. Bu söylentilerin ardından, özellikle muhalif yönleriyle öne çıkan bağımsız gazetelerde bu durumu haber yapan editörler hakkında davalar açıldı. Ayrıca medyada yapılan yorumlar neticesinde yabancı yatırımcıların yatırımlarını borsadan çekerek 350 milyon dolardan fazla kayıp yaşandığı da öne sürüldü. Bu editörler arasında en popüler olan yazar ise Mübarek karşıtı söylemlerini her yazısında ortaya koyan El-Düstur gazetesi editörü ve baş yazarı İbrahim İsa oldu. Mübarek’in komada olduğu yönündeki haberleri Mübarek’e yakın sağlık ekibine dayandırarak veren İsa, Mısır Ceza Kanununun 188. Maddesi gereği ‘toplumun huzurunu ve ulusal istikrarı bozucu yanlış bilgi vermekten’ altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Alınan karar sonrası temyize gidildi ve 28 Eylül 2008 tarihinde, 2007 yılından beri bekletilmekte olan davada başlangıçta verilen altı aylık hapis cezası iki aya indirildi. Daha sonra Mübarek tarafından hapis cezasının affedildiği İsa'ya İçişleri Bakanlığı tarafından iletildi. Af kararı sonrası Devlet Başkanlığı Sözcüsü Süleyman Avad tarafından afla ilgili yapılan açıklamada Mübarek’in, ‘Fikir, ifade ve basın özgürlüğü konusundaki endişeleri ve devlet ile hiçbir Mısır vatandaşı arasında tartışmaya girilmemesi amacıyla’ bu af kararının çıkarıldığı ifade edildi. İsa, af sonrası yaptığı değerlendirmede aftan dolayı memnun olduğunu, ancak muhalif ysönünün devam edeceğini açıkladı.

Bu tarz davaların Mısır’ın uluslararası imajına zarar verdiğinin farkında olan hükümet, Mısır Basın Sendikası Başkanı Makram Muhammed Ahmed’in de söylediği gibi ‘akıllıca bir adım’ atmıştır denilebilir.

Bugünlerde ise Mısır’da başka bir basın davası gündemi meşgul etmekte. Muhalif gazete El-Fecr (şafak anlamındadır) tarafından El-Ezher Şeyhi Muhammed Seyyid Tantavi’nin Papa XVI. Benedikt’i ziyareti sonrasında gazetede yayınlanan ‘Büyük Vatikan Şeyhi’ yazısı ve kendisini Papa kıyafetleriyle gösteren resimlerin ardından Tantavi tarafından açılan dava sonuçlanmıştır. Buna göre gazete yazarı Muhammed el-Baz ve gazete editörü Adil Hammuda hakkında 80.000’er Mısır Poundu[3] para cezası ödemeleri kararlaştırılmıştır. Bu noktada hatırlatmak gerekir ki, Tantavi Mısır toplumun tarafından hükümetin temsilcisi olarak görülmekte ve verdiği fetvalar Mübarek hükümetinin görüşleri olarak algılanmaktadır.

Rejimle ilgili yaptığı eleştiriler nedeniyle hakkkında davalar açılan diğer bir isim ise İbni Haldun Araştırma Merkezinin Başkanı olan sosyolog Prof. Dr. Saadeddin İbrahim’dir. İbrahim özellikle yabancı basında Mısır’daki anti-demokratik uygulamaları Batı dünyasına aktaran ve bu uygulamalardan dolayı Amerikan yardımlarının kesilmesi gerektiğini söyleyen bir isim olarak tanımlanmaktadır. Kendisi hakkında da 2000 yılından itibaren devam eden davalar vardır. Özellikle yabancı basında yayınlanan yazıları nedeniyle Mısır’ın imajını kötü yansıttığı iddia edilen Saadeddin İbrahim de iki yıllık hapis cezasına çarptırılmıştı. 13 Ekim'de görülen davada İbrahim’in mahkemesi 8 Aralık 2008 tarihine ertelendi.

Yukarıda sayılan örnekler Mısır’da yaşanan davaların uluslararası basına en fazla yansıyanları olmakla birlikte, internet üzerinden açılan bloglar vasıtasıyla hükümet aleyhinde yazılan yazılar hakkındaki davalar ve hemen her gün Müslüman Kardeşler üyesi olan öğrenci ve işadamlarına yönelik tutuklamalar devam etmektedir.

Mısır, Mübarek’in iktidardaki 28. yıl dönümü haftasında, basın ve akademik özgürlükleri tartışmakta ve muhalif yönleriyle tanınan gazeteciler adına açılan davalar ve davalar sonucu verilen cezalar uluslararası gündeme yansımaktadır. Her ne kadar El-Düstur gazetesi editörü ve başyazarı İbrahim İsa hakkında geçtiğimiz günlerde af kararı çıkarılmış olsada Mısır kanunları bu haliyle kaldığı sürece ülkede yaşanan basın özgürlüğü tartışmalarının da devam edeceği açıktır.




[1] Maye Kassem, Egyptian Politics, London: Lynne Rienner Publishers, 2004, s.26.
[2] Aslında bu örnekler ülkede demokrasinin belli ölçülerde var olduğunun da göstergesidir.
[3] 1 Dolar yaklaşık 5,5 Mısır Poundu’dur.


Serpil Açıkalın
USAK-Ortadoğu Araştırmaları Merkezi
sacikalin8@gmail.com
15 Ekim 2008, Çarşamba

16 Eylül 2008 Salı

Mübarek Sonrası Dönem Tartışmaları



Mübarek Sonrası Dönem Tartışmaları
Serpil AÇIKALIN, USAK
6 Eylül 2008


Mısır, ülkedeki 'demokratik olmayan uygulamalar' ve yaşanan fakirlik nedeniyle ulusal ve uluslararası basın tarafından sık sık eleştirilere maruz kalsa da, sahip olduğu kültürel / tarihi miras ve bölgeler arası önemli konumu dolayısıyla, süper güçler ve Avrupa tarafından ikili görüşmelerde ve arabuluculuk faaliyetlerinde başvurulan önemli bir bölgesel güçtür. Ülkede yayınlanan hükümet yanlısı gazetelere bakıldığında da Hüsnü Mübarek’in yoğun olarak farklı ülke liderleriyle yaptığı görüşmeler ve bölge sorunlarıyla ilgili gösterdiği çaba takdire şayan bir şekilde Cumhurbaşkanının dış politikada ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir. Amerika ile son yıllarda yaşanan gerginlikler göz ardı edildiğinde, Akdeniz İçin Birlik görüşmelerinde ve Afrika Birliği Konferansı'nda Mısır’ın öncü rolü üstlenmesi, Arap Birliği’nin ve diğer pek çok Arap ve Afrika Organizasyonunun Kahire’de konumlanmış olması, bir zamanlar Nasır tarafından amaçlanan Mısır’ı Arap dünyası, İslam ülkeleri ve Afrika’da merkezi güç haline getirme amacına[1] uygun politikalar izlendiğini göstermektedir.

Örnegin, Lübnan’da istikrarın sağlanması, İsrail-Filistin çatışmasında çözüm yollarının aranması, Irak savaşı ve Iran gibi gündemdeki konulara yoğunlaşan Hüsnü Mübarek, Agustos ayında bölge sorunlarını görüşmek üzere Suudi Kralı Abdullah, Umman Sultanı Kabus Bin Said ve Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora’yı İskenderiye de biraraya getirirken; takip eden hafta İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ı İskenderiye’de ağırladı. Bununla birlikte aynı tarihlerde ülke, Hamas ve el-Fetih taraflarının görüşmelerinde de ev sahipliği yapmaktaydı.

Uluslararası plandaki tüm bu gelişmeler Mısır basınında takip edildiğinde dikkat çeken nokta, Hüsnü Mübarek hükümetinin dış politikaya yoğunlaşarak, iç sorunlarla ilgili oğul Cemal Mübarek’in ön plana çıkıyor olmasıdır.

Hükümet yanlısı gazeteler incelendiğinde Cemal Mübarek’in ülke içinde yaptığı ziyaretler ön plana çıkarken; muhalif yazarları ve hükümet karşıtı haberleri ile ülkede aynı zamanda önemli bir okuyucu kitlesinede sahip mustakil ve muhalif gazeteler son haftalarda Cemal Mübarek’in babasının halefi olacağı yönünde tartışmaları gündeme getirmektedir.

Önceki hafta, Libya lideri Muammer Kaddafi’nin oğlu Seif İslam El-Kaddafi’nin, ülkesindeki insan hakları uygulamalarını ve politikacıları eleştirdiği konuşmasından sonra dünya basınında olduğu gibi Mısır’da da tartışmalar tekrar Mübarek sonrası döneme yoğunlaştı. Oğul Kaddafi, ister monarşi isterse cumhuriyet ya da sultanlık olsun Arap rejimlerinde yaygın olarak uygulanan babadan oğula devrolan liderliğe karşı olduğunu ve kendisinin sivil toplumun bir üyesi olarak hayatına devam etmek istediğini belirtmişti. Bu açıklmayı takiben Mısır’ın muhalif gazetelerinden El-Dustur’da tam sayfa olarak yayınlanan yazıda[2] Cemal Mübarek, Libya lideri Muammer Kaddafi’nin oğlu Seif İslam El-Kaddafi’nin yaptığı gibi politikadan çekildiğini açıklamaya davet edildi. Aynı çağrı ülkedeki pek çok muhalif gruplar tarafından yapılmakta ve Suriye benzeri Hafız Esad sonrası Beşar Esad örneğinde olduğu gibi bir uygulamadansa oğul Mübarek’in Kaddafi’yi örnek alması gerektiği vurgulanmaktadır.

45 yaşındaki Cemal Mübarek, Amerikan Üniversitesi’nde İşletme üzerine lisans ve yüksek lisansını tamamladıktan sonra Bank of Amerika’nın Mısır ve Londra şubelerinde çalıştı. Aynı zamanda 4 Mayıs 2007 yılında Mısırlı bir işadamının kızıyla yaptığı evlilikle de gündeme geldi. Oğul Mübarek, Ulusal Demokratik Parti’nin Siyasi Komitesinde ve Siyasi İşler Yüksek Konseyinde başkanlık yapmaktadır ve ozellikle iş dünyasından arkadaşlarını partide yüksek kademelere atadigi icin yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. 2005 yılının Şubat ayında anayasanın 76.maddesinde yapılan değişiklikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olabilmek için herhangi bir partinin Siyasi Komitesinde en az bir yıl süreli üye olunması gerekmektedir. Bu durumda Cemal Mübarek’in partinin ikinci adamı konumundaki bu pozisyonda hala devam ediyor olması 2006 yılında Siyasi Komitenin eski üyelerini görevden alarak kendi seçtiği üyeleri ataması ve bunu örneğin Tarım Bakanı Yusuf Vali örneğinde olduğu şekilde yolsuzlukla mücadele ettiğini söyleyerek yapması dikkat çekicidir. Her ne kadar Cemal Mübarek kendisiyle yapılan televizyon ve gazete röportajlarında Cumhurbaşkanlığı için herhangibir talebinin olmadığını belirtiyor ve 80 yaşındaki Hüsnü Mübarek oğlunun miras devralmayacağını ifade etmek için ‘Mısır Suriye değildir’ açıklamaları yapıyor olsa da, ozellikle baba Mübarek’in vekil Cumhurbaşkanı atamamak konusunda ısrarlı oluşu kendisine yapılan eleştirileri haklı çıkarmaktadır.

Ulusal Demokratik Parti Siyasi Komite Başkanı olan Cemal Mübarek, gazetelerde yolsuzluklarla mücadele, sosyal adalet ve ülkedeki fakirlik sorununa çözüm arayışları gösteren bir portre olarak iç politika konularında halktan kabul görmeyi amaçlamaktadır. Ülkede yaşanan ekmek krizi sırasında da Cemal Mübarek, sorunun kısa bir süre içinde çözüleceğine ve 2011 yılında memur maşlarının iki katına çıkarılacağına ilişkin açıklamalarda bulunmuştu. Ekonomik Gelişme Bakanlığı, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler Gelişme Fonu(UNDP) ortak çalışması ile ülkedeki 1000 fakir köy için koşulların iyileştirilmesini amaçlayan projesi kapsamında köyleri ziyaret eden Cemal Mübarek, köylerde içme suyu, yolların yapımı, sağlık hizmetleri ve gençlik hizmetleriyle ilgili vaatler vererek yüksek ekonomik büyüme oranlarına vurgu yapmakta ve geçen ay %23.1 olarak kaydedilen enflasyon oranını düşüreceğine dair vaatler vermektedir. 1-3 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek olan beşinci Ulusal Demokratik Parti yıllık kongresi öncesinde Cemal Mübarek’in ülkenin güneyindeki Yukarı Mısır’da bulunan Beni Suef’e bağlı Nana köyüne (ülkenin en fakir köyü) yaptığı ziyaret sırasında halk ile kurmaya çalıştığı diyalog ve hükümet destekli gazetelerin yapılan ziyareti ön plana çıkartması ve gazetelerde yayınlanan fotoğraflar gezinin amacına ulaşmasına hizmet etmiştir. Popularitenin artırılması için izlenen yollardan bir diğeride ulusal Milli Takımın(Al-Ahly) idmanlarının izlenmesi ve takımın havaalanında karşılanmasıdır.

Son iki yıl içinde özellikle ülkedeki ekonomik faaliyetlere yoğunlaşması, uluslararası toplantılarda Mısır’ı temsil etmesi ve 2006 yılında yaptığı Beyaz Saray ziyaretinde Bush ile görüşmesi muhalefetin giderek Cemal Mübarek’in bir sonraki lider olacağı yönündeki tahminlerini güçlendirmektedir. Cemal Mübarek’in 2011 seçimlerinde olası liderliğiyle ilgili olumlu olan yön askeri kökenli değil sivil ve genç bir lider adayı olarak konumlanmasıdır. Bununla birlikte babasının yaptığı gibi uluslararası medyayı ve ülkedeki muhalif medyayı sert bir dille eleştirimesi ve 2008 yılında yapılan yerel seçimlerde oğul Mübarek’e yakın olan adayların yer alması ve işadamları ile olan yakın ilşkisi muhalif kanat tarafından ağır bir şekilde eleştirilmektedir. Cemal Mübarek 2006 yılında Mısır’ın Nükleer Enerji faaliyetlerine tekrar baslayacagini açıklayarak -toplum nezdinde Şii karakterinden dolayı kötü imaja sahip olmasına rağmen- nükleer programı ve Amerika’ya karşı gösterdiği dirençle büyük sempati kazanan İran benzeri bir uygulama ile ulusal gururun kazanılmasına hizmet etmiştir.

Halk nezdinde ise baba Mübarek ve oğul Mübarek’i karşılaştırdığında oğul Mübarek’in daha liberal olduğunu savunan kesimin yanı sıra, cumhuriyet tarihinde ne Nasır, ne Sedat ne de Mübarek’in halk tarafından seçilmediğini vurgulayanların sayısı da azımsanmayacak kadar fazladır. Örneğin müstakil bir gazete olan Masr Al-Youm’de Macdi el-Callad tarafından yapılan bir yorumda ‘Sina Yarımadası İsrail tarafından işgal edilirse ne yaparsınız?’ sorusuna üç üniversite öğrencisinin verdiği yanıtlar şöyle:

Birinci öğrencinin ‘tabiki ülkemi savunurum’, ikinci öğrencinin ‘savunmam’ ve üçüncü öğrencinin ‘bu konuda düşünmem gerekiyor’ şeklinde verdiği yanıtlar ülkede özellikle muhalif kanat tarafından büyük bir tartışmaya neden olmuş durumda. Yazar, ikinci öğrenciye savunmama sebebini sorduğunda aldığı yanıt “savaşa giden bir kişi için ülkesinin kendisine ait olduğunu hissetmesi, bu ülkede sıcaklık ve güvenlik içinde olması ve hükümetinin adalet ve eşitlik temelli politikalar izlemesi gerekir” şeklindedir. [3]

Aynı şekilde Şura Konseyi'nde önceki hafta çıkan yangının ardından, yangın konusunda üzüldüğü tek noktanın yapının içinde milletvekillerinin olmaması olduğunu belirten Masr El-Youm yazarı Mahmud el Karduşi de[4] ülkedeki vatan sevgisini sorugulamaktadır. Yazar tarihi yapıda ortaya çıkan yangının ardından, Muhammed Ali Paşa’dan muhtemel lider Cemal Mübarek’e dek tüm liderlerin seçiminde söz hakkı olmayan bir halkın kendisini bu tarihi yapıya bağlı hissetmesi içinde bir sebeb görmediğini ifade etmektedir.

Cemal Mübarek’in 2011 yılında Mısır Cumhurbaşkanı olması durumunda bölgede Suriye, Ürdün ve Fas’ta gerçekleşen babadan oğula geçen liderlik benzeri bir uygulama olacaktir. Camp David anlaşmasının devamı, Amerika ve Avrupa ile ilişkilerin devamı gözönüne alındığında Cemal Mübarek politik İslam’ı temsil eden Müslüman Kardeşler’e meclisteki diger zayif partilere karşı bir alternatif olarak gorulmekte ve uluslararası alanda avantajlı bir konumda bulunmaktadır.


[1] Denis J. Sullivan and Sana Abed-Kotob, Islam in Contemporary Egypt, pg.11
[2] Al Dustur, 27 Ağustos 2008
[3] Haaretz, 27 Ağustos 2008
[4] Masr Al Youm, 24 Ağustos 2008

Serpil AÇIKALIN, USAK
6 Eylül 2008, Cumartesi

29 Mayıs 2008 Perşembe

Mısır'da Fakirlik ve Sokaklara Yansıması



Mısır'da Fakirlik ve Sokaklara Yansıması
Serpil AÇIKALIN, USAK


Fakirlik kavramı, fakirlik oranının tespitinde araştırma yapan kurum / kişilerin kullandığı farklı metodolojiler nedeniyle, farklı şekillerde tanımlanmakta ve aynı dönem ve topluluk için dahi araştırmalarda ulaşılan sonuçlar büyük farklılıklar gösterebilmektedir. Fakirlik indekslerinde tanımlanan mallar için tüketim seviyeleri kullanılırken, subjektif fakirlik tanımlamalarında görüşülen bireylere sorulan sorular sonucu alınan yanıtlar önem arz etmektedir.

Bireylerin temel fiziksel, insani ve sosyal kaynaklara ulaşabilmesi fakirlik araştırmalarında kullanılan önemli verilerdir. Ekonomik varlıklar ele alındığında ekilebilir alanların var olması, temiz suya ulaşım, verimli işlerde çalışma şansını yakalayabilmek, fiziksel ve finansal sermayenin var olması; insani varlıklar ele alındığında iyi bir eğitime ve sağlıklı bir yaşama sahip olmak; sosyal varlıklar ele alındığında ise halka sunulan hizmetlerin kalitesi, toplumda var olan bilgi akışı ve sosyal destek sistemlerinin var olması [1] fakirlik düzeyinin ölçülmesinde göz önünde tutulan temel göstergelerdir. Ancak tüm bu veriler bir yana, özellikle yeterli yaşam alanlarının ve iklim koşullarının nispeten yetersiz olduğu Mısır gibi ülkelerde “insan” kavramının üzerinde tekrar düşünülmesi ve bunun ülke için en önemli “kaynak” olduğunun unutulmaması gerekir.

Tüm yaklaşım farklılıklarını göz önünde tutmakla birlikte, dünya çapında büyük sıkıntılara yol açan gıda krizinin de etkisiyle Mısır’da son dönemde yaşanan enflasyon artışının toplumda uyandırdığı rahatsızlık giderek artmaktadır. Karşılaştığım akademisyenler, Yukarı ve Aşağı Mısır’da görme şansını bulduğum köyler, kasabalar ve halkla yaptığım kişisel görüşmeler sonucu daha fazla hissedilmeye başlanan fakirliğin toplumdaki kıvılcımlanmaları artırması dikkat çekici düzeydedir. CAPMAS (Mısır İstatistik ve Kamu Mobilizasyonu Merkezi) tarafından 2008 Mart ayında enflasyon oranı % 15.8 olarak açıklanmıştır. Ocak 2008’de açıklanan enflasyon oranı ise % 11,5 idi. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (UNWFP)’nın açıklamasına göre ise bu yılın başından itibaren gıda ve hizmet fiyatları Mısır’da % 50 oranında artmıştır. Sokakta konuştuğunuz herhangi bir Mısırlı, son aylarda un, pirinç, şeker ve yağ gibi temel ihtiyaç maddelerinde gerçekleşen fiyat artışları nedeniyle artan rahatsızlığını şikayet konusu etmekte ve mesela 6 Mısır Pound’undan 10 Mısır Pound’una yükselen yağ fiyatları nedeniyle ne kadar zor durumda kaldığını dillendirmektedir.
Mısır’da 1970’lerden itibaren Enver Sedat tarafından uygulanmaya başlanan İnfitah politikaları sayesinde artan ekonomik liberalleşmenin toplumda hala açık olmayan etkileri mevcuttur. Bu dönemde Nasır zamanında yaşanan millileştirme politikalarının aksine; devletin rolünün azaltılmış, özel sektör ve yabancı sermaye teşvik edilmiştir. Türkiye de dahil pek çok gelişmekte olan ülkede uygulanan ithal ikameci politikaların globalleşen dünyada yerini liberalleşmeye bırakması sonucu, ekonomik büyümede ve iş olanaklarında görülen artışa rağmen yeniden dağıtımı yapılmayan gelir ve zenginlik, 1980’lerden itibaren toplumda zengin ve fakir kesim arasındaki farkın giderek artması sonucunu doğurmuştur.

Mısır’da yaşayan sıradan bir yabancı için en çok dikkat çeken, ülkedeki genel fakirlik ve sınıflar arası uçurumun ne kadar derin olduğudur. Dünya Bankası verilerine göre fakirlik oranının % 40’larda olduğu Mısır’da son dönemde gazetelere yansıyan ve gündemde önemli bir yer tutan konu, beledi ekmek (köy ekmeği) almak için saatlerce fırınların önünde bekleyen insanların çokluğudur. 80 milyona yaklaşan nüfusa sahip olan Mısır’da, toplam 23.664 adet fırının 17.002’si devlet tarafından sübvanse edilen ekmeği satmaktadır. Yıllık 14 milyon tonluk buğday tüketimi yapılan ülkede tüketimin yarısı ithal edilmektedir. Buğday ithalatının en fazla yapıldığı ülke olan Amerika’yı Rusya, Fransa, Kazakistan, Arjantin ve Avustralya gibi ülkeler takip etmektedir.[2] Beledi ekmek fiyatı 5 Plasta iken sıradan bir ekmeğin fiyatının 30-60 Plasta civarında olması halkın devlet tarafından ucuz un sağlanarak daha düşük fiyata ekmek satan fırınların önünde neredeyse ölüme varan bir izdiham yaratmasına neden olmaktadır.[3] Son üç ayda ülkede ekmek yüzünden yaşanan izdihamlar sonucu ölen insan sayısı 11’i bulmuştur. Ayrıca devlet tarafından sübvanse edilen indirimli unun bazı fırın sahipleri tarafından kara borsada satılması sonucu yetersiz olan ucuz ekmeğin üretimi daha da düşmektedir. Devlet tarafından işletilen fırınlara 50 kilosu 8 Mısır Pound’una satılan indirimli un, kara borsada fırıncılar tarafından bir çuvalı 200 Mısır Pound’undan alıcı bulabilmektedir ve fırıncılar bu durumu düşük gelirlerine bağlayarak açıklamaktadır.[4]

Son yıllarda Hükümet tarafından yapılan ekonomik reformlar kapsamında vergilerde ve gümrüklerde yapılan düzenlemeler, ihracatı ve gerek iç, gerekse dış yatırımı teşvik edici uygulamalar ve Körfez ülkelerinde artan petrol gelirlerinin Avrupa ve Amerika yerine bölgede kalarak Mısır gibi ülkelerde yatırıma dönüşmesi sonucu geçen yıl Mısır’da % 7,2’lik ekonomik büyüme gerçekleşmiştir. Ancak sokaktaki insanın günlük hayatına yeterince yansımayan ekonomik refah ülkedeki en yaygın sorulardan bir tanesi haline dönüşmüştür. Hızlı büyümeye karşın devam eden fakirliğin başlıca nedenleri artan nüfus ve işsizliktir. Toplumda en zor durumda yaşayanlar devlet dairelerinde ortalama 200 ila 500 Mısır Pound’u arasında maaşla çalışan kişilerdir. Geçmişte uygulanan üniversite mezunlarına devlet kurumlarında iş garantisi politikasının artık uygulanmıyor olması ve devlet kurumlarında maaşların çok düşük olması üniversitede okuyan gençlerin özel sektöre yönelmesine neden olmaktadır. Ancak yetersiz olan iş imkanları nedeniyle özel kurumlarda iş bulmak giderek zorlaşmaktadır. CAPMAS tarafından yapılan araştırmaya göre 2006 yılında yaşları 15 ile 64 arasında değişen çalışabilir iş gücü 22.878.100 kişi iken işsiz sayısı 2.434.300 kişidir. Bunun yanı sıra dünya piyasalarında son iki yıl içinde % 143 oranında artan buğday fiyatı, % 101 oranında artan mısır fiyatı ve % 44’lük artış gösteren yağ fiyatları temel ihtiyaç maddelerinde yaşanan sıkıntıyı üst düzeye çıkartmıştır. 2005 yılı Dünya Bankası verilerine göre, nüfusun % 40’ı yıllık 1854 Mısır Poundu (günlük 5 Mısır Poundu - ortalama 1 $-) olan fakirlik sınırının altında yaşamakta ve nüfusun % 10’luk bölümü günlük 2,7 Mısır Poundu ile hayatını devam ettirmektedir.

18 Mart Doktorlar Günü dolayısıyla Doktorlar Sendikası tarafından yapılan gösteride de ortak şikayet konusu düşük olan doktor ücretleri olmuştur. Gösteri sırasında 3 yıldır doktorluk yapan bir kişi 225 Mısır Pound’u olan maaşı dolayısıyla şikayet etmiştir.[5] Aynı şekilde maaşlarından memnun olmayan akademisyenler tarafından zaman zaman gösteriler düzenlemektedir. Son aylarda gündemi fazlasıyla meşgul eden fiyat artışları ve ülkede yaşanan fakirlik nedeniyle 6 Nisan Pazar günü yapılacağı söylenen ve günler öncesinden cep telefonlarına gönderilen mesajlar ve internet aracılığıyla yayılan iş bırakma eylemi ve yasadışı gösteri, Tahrir Meydanı, Abbasiye ve Roxy gibi merkezlerde konuşlandırılan polisler ve Başbakan Ahmet Nazif’in bir gün önceki uyarısı nedeniyle istenilen yankıyı uyandıramamış olsa da; Nil Deltası’nda bulunan Mahalle El-Kübra’da aynı gün ve takip eden gün yapılan gösterilerde bir kişi hayatını kaybetmiştir. Bu tarihte Mısır halkının caddeleri boşaltmış olmasının gerçekten evde oturma yönündeki çağrıya olumlu bir cevap mı yoksa yaşanması muhtemel olan bir karmaşaya karışmamak için mi olduğu ise hala tartışmalıdır. 4 Mayısta yapılması için çağrıda bulunulan ancak katılımın çok az olduğu gösterinin ertesi günü ise kamu çalışanlarına yapılacak olan % 30’luk maaş artışını karşılamak için meclisten geçirilen benzin fiyatlarına yapılan % 35’lik zam da toplum nezdinde rahatsızlığa neden olmuştur.

Mısır’da yaşanan ekmek ve gıda sıkıntısı bu yıl gösterime giren Tabbak El-Reis (Başkanın Aşçısı) isimli filme de konu olmuştur. Pek çok Mısırlının yediği beledi ekmek, filmde bakanlara sunulmakta ve ekmekten çıkan taşlar nedeniyle yenilememektedir. Filmde gösterilen sahnelere benzer bir şekilde kalitesi ve besin değeri düşük olan beledi ekmeğe son dönemde yaşanan fiyat artışları nedeniyle talep daha da artmıştır.

Kendi içinde yaşandığında aslında çok da farkına varılmayan fakirliğin yaralayıcı olmaya başladığı nokta gelir seviyesi yüksek olan kesim ile karşılaşıldığı andır. Aşağı Mısır’da yaşayan insanlarla konuştuğunuzda, Yukarı Mısır’la karşılaştırıldığında görece daha az fakir olmasına rağmen, yakınlarında yaşanan lüks hayatın varlığı nedeniyle kendilerini Yukarı Mısır’dan daha yaygın bir şekilde fakir olarak tanımlamaktadırlar.[6] Kahire şehir merkezinde Zemalik, Mühendisin veya Heliopolis benzeri lüks semtlerin hemen yakınında yaşayan fakir çoğunluk son dönemde artan enflasyon oranları nedeniyle fakirliklerinin daha da fazla farkındadır. Özellikle Körfez ülkelerinde yaşanan ekonomik refahın Mısır’da yaşanmıyor olması ve son aylarda yaşanan ekonomik sıkıntılar, yaygın kanaat olan fakirin gün geçtikçe daha da fakirleşmesi ve zenginin daha da zenginleşmesi söylemini Mısır'da haklı çıkartmaktadır.



[1] Ragui Assaad ve Malak Rouchdy, Poverty and Poverty Alleviation Strategies in Egypt, The American University in Cario Press, s.4
[2] Egypt Today, Waiting For Aish,, Mayıs 2008
[3] Al Ahram Weekly, 13-19 Mart 2008
[4] Daily News, 12-13 Nisan 2008
[5] Al Ahram Weekly, 20-26 Mart 2008
[6] Ülkenin güneyinde Giza’dan Asyut’a kadar olan bölge Sudan’dan doğan Nil Nehri’nin akış yönü dolayısıyla Yukarı Mısır olarak adlandırılmaktadır. Kahire’den başlayarak ülkenin kuzey bölgesini içine alan bölge ise Aşağı Mısır olarak adlandırılır.


30 Mayıs 2008, Cuma
Serpil AÇIKALIN, USAK Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi



Mısır İzlenimleri




Mısır İzlenimleri
Serpil AÇIKALIN, Kahire
24 Mart 2008

Binbir Gece Masalları`nda “Kahire’yi görmeyen, dünyayı görmüş sayılmaz” denilir. Tarih boyunca Asurlular, Babiller, Persler, Makedonlar, Yunanlılar, Romalılar, Araplar, Türkler, Fransızlar ve İngilizler tarafından işgal edilen Mısır`da birkaç hafta kalarak yorum yapmak, belki de bu ülkeye yapılacak en büyük haksızlık. Mısır’ı tanıyabilmek için aylarca ve hatta yıllarca burada yaşamak gerekiyor. Zaten Mısır`a ilk geldiğinizde size yapılan uyarılardan bir tanesi de “Nil’in suyundan bir defa içen buradan gidemezmiş” şeklinde. Ben de bu geleneğe uyarak gezi teorilerimi ve Ortadoğu nasıl çalışılır yaklaşımlarını cebime koyuyorum ve burada daha fazla nasıl kalabilirim şeklinde düşünmeye başlıyorum.

%95'i çöl olan Mısır’a gündüz gelenler için ülkenin uçaktan görünümü bir çölden farksız, ancak gece gelenler için ülkeyi saran ışıklardan etkilenmemek mümkün değil. Dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan Kahire'nin resmi rakamlara göre 16 milyon olan nufusu gün içinde 20 milyonu aşıyor. 1987 yılında hizmete giren Metro, bu şehir için Nil Nehri’nden sonra gelen en büyük nimet denilebilir. Metronun içine girdiğinizde istasyonlar için verilen isimler dikkatinizi çekiyor. Nasır durağından Sedat’a geçerken 50’lerin ve 60’ların yükselen milliyetçiliğini, 1967 savaşı sonrasında gelen istifayı ve sonrasında sokağa dökülen Mısır halkını hatırlıyorsunuz. Sedat durağında hatırladığınız 1979 Camp David anlaşması ve ardından gelen suikast. Saad Zaglul, Muhammed Necib ve Mübarek de duraklara verilen diğer lider isimleri. Devrim sonrası liderlerini unutmayan Mısır halkı, geçmişinde de çok büyük liderler gördü. Bunlardan bir kaçı Tutankamon, Ramses, Ptolemi, Kleopatra, Selahattin Eyyübi ve Mehmed Ali Paşa. Kral Faruk ise hanedanın unutulmak istenircesine çok az dillendirilen ülkedeki son temsilcisi. İster istemez aklınıza takılan soru, istasyonlardan birine verilecek yeni isim ne olacak şeklinde. Çünkü Hüsnü Mübarek sonrası yeni cumhurbaşkanının ismi, muhtemelen metrodaki duraklardan birine verilecek.

Metroda dikkat çeken noktalardan bir diğeri ise Es-Seyyidat Fakad (sadece kadınlar için) yazan vagonlar. Anayasasında İslam’ın ülkenin resmi dini olarak tanımlandığı Mısır’da, Müslüman kadınların neredeyse tamamı hicab veya nikab kullanıyor. Otobüste ya da metroda birinin sesli olarak Kuran okuması ise burada çok sıradan bir durum.

Piramitleri, Kahire Müzesini ve Şarm El Şeyh gibi turistik mekanları gezmek için gelerek büyük otobüsleriyle şehrin sokaklarını gezen turistlerden farklı olarak, bu şehirde yaşamak insanları tanımanın en iyi yolu. Kahire Üniversitesi’nde yapılan gösteriler ve mikrobasta yolculuk yaparken şahit olduğunuz bir siyasi tartışma sonrası Ortadoğu demokrasilerini tanıyabilir; Ramses durağında Hasan El Benna’nın öldürüldüğü mekanın karşısında mikrobas beklerken tarihe kısa bir yolculuk yapabilir; Kahire Operası'nda Rigoletto’yu izlerken 1869 yılına uzanarak Hidiv İsmail tarafından Süveyş Kanalı’nın açılışı için düzenlenen asrın kutlamasını hayal edebilirsiniz.

Mısır halkı özellikle Tahrir Meydanı gibi Kahire’nin önemli merkezlerinde sabahlara kadar sokaklarda. Mart ayında sıcaklığın 38 dereceyi bulduğu Kahire’de hayat gece başlıyor. Nil’in kenarındaki büyük otellerin ışıltısı ve sokaklardaki aydınlık, tüm zorluklarına rağmen bu ülkeyi sevmek icin yeterli bir sebep. Türkiye’den farklı olarak Mısır’da Cuma günleri resmi tatil ve Pazar günleri devlet dairelerinin açık olması şaşırılacak bir durum değil. Mısır’da bulunduğunuz süre içinde bürokratik işlemleriniz süresince bukra inşallah (yarın inşallah) sözcüklerini duymaya hazırlıklı olmalısınız. Devlet dairelerinde gereğinden fazla çalışan kişi sayısı, yetersiz bilgisayarlar nedeniyle isminizin dosyalar arasında dakikalarca aranması ve yavaş hareket eden insanlar arasında imza için koşturmanız, Türkiye’de yıllarca yaşanan problemleri hatırlatıyor. Ancak bürokrasideki bu yavaşlık trafikte tam tersi bir hal alıyor ve karşıdan karşıya geçmek dahi bir mücadeleye dönüşebiliyor. Kahire caddelerinde kuralsız bir şekilde araba kullanan sürücüler için yollar bir pistten farksız. Metro’ya ve mikrobasa binerken ve hatta inerken yaşanan karmaşayı tanımlayan en iyi kelime ise ‘hurra’. İçinde bulunduğunuz otobüs birden geri geri gidebilir ve mikrobasın 17 yaşındaki şoförü akan trafikte ters yönde ilerleyerek size ufak çaplı bir heyecan yaşatabilir. Trafik ışıklarının çok yaygın olmadığı ülkede aslında düzensizlik içinde var olan bir düzen var. Mısır'a ilk geldiğinizde gördüğünüz her şeyi eleştirebilirsiniz, ancak bu ülkede yaşamak istiyorsanız bu ‘düzenin’ parçası olmak zorundasınız.

Ancak her şeye rağmen sıradan bir Mısırlı için Kahire hala dünyanın merkezi ve trafik keşmekeşinden bir an olsun uzaklaşmanın en iyi yolu, otellerin ve gazinoların etrafını sardığı Nil’i gece ışıkları arasında seyretmek. Gelecek yazılarda siyasi ve ekonomik durumuna da değineceğimiz Mısır, tarihi ve siyaseti birlikte yaşayabileceğiniz bir ülke. Bir zamanlar Araplar için dünyanın annesi sayılan Kahire ise tüm zorluklarına rağmen Ortadoğu’yu kendine meslek edinen herkes için görülmesi şart olan yerlerden bir tanesi.

Serpil AÇIKALIN, Kahire

sacikalin8@gmail.com
24 Mart 2008, Pazartesi

23 Şubat 2008 Cumartesi

Beyrut Geleceğini Arıyor




Beyrut Geleceğini Arıyor
Serpil AÇIKALIN, Beyrut (USAK)


15 Şubat 2008, Beyrut

*** Lübnan İzlenimleri ***

Görmeden düşlerime giren ve İstanbul’dan sonra yaşamak istediğim tek şehirdeyim. Daha ilk günden Beyrut için üç gün çok az diyor insan kendi kendine.

Beyrut’un en lüks semti olan Hamra’yı gördüğünüzde Nişantaşı’ndan çok da farklı olmadığını ve Paris'te ya da Barselona’da olduğunuzu hissediyorsunuz. Her ne kadar iç savaştan kalma harabe evler ve 2006 savaşının yıkıntıları olsa da, şehre şantiye görüntüsü veren yeniden yapılanma aslında Beyrut’un geleceğe hazırlandığını da gösteriyor. Yollardaki jeepler ve kadın sürücülerin sayısı gözle görünür bir şekilde fazla. Burası diğer Ortadoğu ülkelerinden çok farklı. Ne Suriye ne de Mısır burası. İnsanlarını ve İngilizce isimleri olan dükkânları gördükten ve genel havayı soluduktan sonra birinin size Ortadoğu’da olduğunuzu hatırlatması gerekiyor.

Akdeniz’i sağınıza alarak ülkenin güneyinde Saida’ya doğru ilerlediğinizde artan fakirlik ve karmaşa dolayısıyla Ortadoğu’ya döndüğünüzü hissediyorsunuz. Burası Ortadoğu’nun en güzel limanı. Saida'da ilk felafil denemesinin ardından hayatımın geri kalanında felafil yemeyeceğime söz vererek Beyrut yollarına tekrar dönüyorum.Şehirde pek çok yerde Hariri’nin posterleri var. Bir sokaktaki Hariri posteri karşı sokaktaki Nasrallah posterine karşı duruyor. Merkezde Hizbullah'ın kurduğu yeşil renkli çadırlar var. Protesto amacıyla aylardır burada yaşıyorlar. Çadırların fotoğrafını çekmek çok zor ama yinede başarıyorum.

Beyrut sokaklarında dolaşırken, geçtiğimiz yerlerin bir Hıristiyan mahallesi mi yoksa Sünni ya da Şii mahallesi mi olduğunu Ömer bana hatırlatıyor. Ömer kendi mahallelerinin aslında Sünni mahallesi olduğunu ancak Şii otoritesinin hakim olduğunu söylüyor. Burası aynı zamanda Meclis Başkanı Nebih Berri’nin eski evinin de olduğu mahalle. Sokak girişinde Berri’nin büyük bir posteri asılı ve yollarda Şii milisleri var. Fotoğraf çekmeye izin yok ama kadın olmanın verdiği avantaj burada da hissediliyor. Bana karşı oldukça kibarlar.

13 Şubat akşamı Ömer ile yaşadıkları Sünni mahallesine girerken bir şeylerin olağan dışı olduğu hissediyoruz. Yerlerde taşlar var. Bir anda kendimizi tankların ve askerlerin arasında buluyoruz. Karşıdaki Abdülnasır Camii’nin arkasındaki Sünni mahallesinden fırlatılan taşlar bunlar. Şii milislerin karşı saldırısı sonucu bir Sünni’nin yaralandığını öğreniyor Ömer. Ömer her iki mahalleyi de gezmek isteyip istemediğimi soruyor. Bir an düşünüp evet diyorum. Ve tekrar hatırlıyorum. Burada saat yediden sonra sokaklara çıkmanın önerilmediği bir zamanda dokuzda dışarıdayız. Tankların arasından geçiyoruz, askerler normal geçişlere izin vermezken belli ki beni pek de “tehlikeli” bulmadıklarından geçmemiz çok zor olmuyor. Sünnilerin içindeyiz. Yaralıyı hastaneye götürme telaşındalar. Bir çatışmanın ortasında bir grubun içinden diğerine geçmenin herkese nasip olmadığı bu ortamda Ömer sayesinde bunu başarıyorum. Sonra tekrar askerlerin arasından geçerek Ömer’lerin mahallesine geliyoruz. Evde girdiğimizde hemen televizyonlar açılıyor ve birkaç dakika önce geçtiğimiz sokağı haberlerde izliyoruz. Ve ardından Hizbullah’ın liderlerinden İmad Mugniye’nin Suriye’de öldüğü haberi veriliyor. Ömer çok heyecanlanıyor ve bana bunun ne kadar da önemli bir haber olduğunu anlatıyor. Mahallede yaşanan olaylarda Mugniye’nin ölümü ve bir gün sonra gerçekleşecek olan gösterinin etkisinin olduğu anlaşılıyor.

14 Şubat Perşembe.. Günler öncesinden Beyrut bu gösteri için hazırlandı. Yollarda hazırlıklar başladı, yakılacak lastikler arabalarla taşındı. Yağmur ve soğuk havaya rağmen Refik Hariri suikastinden üç yıl sonra yıldönümü dolayısıyla yüz binlerce Lübnanlı Şehitler Meydanı'nda toplanmış sloganlar atıyor. Ellerde Hariri posterleri ve Lübnan bayrakları dalgalanıyor. Öldürülen Hizbullah’ın liderlerinden Mugniye dolayısıyla Hizbullah’ın da aynı gün gösterileri var. Bir yanda 14 Martçılar Suriye aleyhine, diğer yanda ise Hizbullah yanlıları İsrail ve ABD aleyhine sloganlar atıyor. Bir kez daha düşünüyorum. Lübnan geleceğini arıyor, Lübnan’da tarih yazılıyor.

Beyrut’taki son günümde kitap almam gerektiğini hatırlıyorum. Genel tavsiye üzerine Librairie Internationale’ye gidiyorum. 1915 yılında Türkiye’den göç eden Ermeni ailesinden Antranik Helvadjian beni karşılıyor. Kendisi Lübnan’da doğmuş ama çok güzel bir Türkçesi var. Niye benle Türkçe konuşmuyorsun diye çıkışıyor bir ara. Sonra tatlı bir Türkçe sohbet başlıyor. Kahveler içiliyor, gelecek sefer için sözler veriliyor. Ayrıca Lübnan’da en güzel Türk yemeklerini Ermenilerin yaptığını öğreniyoruz. Antranik amca en az 20 kez Türkiye’ye geldiğini söylüyor övünerek. Sonra ismimi yazarken bu isim bir Ermeni ismidir diyor. Benim de Ermeni olabileceğimi söylüyor. “Onlar güzeldir, sen de o yüzden güzel çıkmışsın” dediğinde ikimiz de gülüyoruz. Antranik amcaya veda etmek zorundayım çünkü Beyrut beni çağırıyor, Beyrut’taki son saatler yaşanıyor..

Mısır’a dönüş yolunda geride bıraktığım bu güzel ülke için üzülüyorum. Ortadoğu’da belki de demokrasinin en çok yakıştığı ülke burasıdır diyorum kendi kendime. Gitmek bu ülkeye sanki bir ihanet. Kalbim Beyrut’ta kalıyor. Ama tekrar ne zaman gelinir ki bu şehre? Çünkü insanlar yarınlarından emin değil. Ömer’in bir gün önce bana durumun iyiye gitmediğini ifade ederken söyledikleri aklıma geliyor. Velid Canbulat’ın savaşa gidebiliriz sözleri ve Nasralllah’ın savaş bitmedi açıklamasından bölgenin hala kaynadığı anlaşılıyor. Feyruz’un şarkısıyla Beyrut’a veda ediyorum. Min Kalben Selamun Li Beyrut…

Serpil Açıkalın (USAK Ortadoğu Araştırmaları Merkezi)
14 Şubat 2008, Perşembe
Serpil AÇIKALIN, Beyrut (USAK)

31 Ocak 2008 Perşembe

Gazze’deki Son Gelişmeler Işığında Filistin Sorunu

Gazze’deki Son Gelişmeler Işığında Filistin Sorunu
Serpil AÇIKALIN-USAK


Olmert, Meşal ,Haniye, Abbas ve Bush…



Basit hayatlarını devam ettirme gayreti içinde olan Filistin halkı için bu liderler, açıklamaları takip edilmesi gereken ve anlaşabilmeleri ya da anlaşamamaları hayati öneme sahip olan kişiler. Alışverişten elektriğe, sınır geçişlerinden iş bulmaya, yakıt temininden ayaklanmaya dek pek çok gelişme bu liderlerin izledikleri politikalara bağlı.



2006 Haziran ayından itibaren kapalı olan, Mısır ve Gazze topraklarını ayıran Refah sınır duvarının Çarşamba günü patlatılması, gerek Arap gerekse Batı basınında oldukça geniş yer buldu. Birleşmiş Milletlerin verdiği rakamlara göre duvarın yıkılmasından sonra 700 bin Gazzeli Sina’ya geçiş yaptı. Gazzeli halk, yanlarında götürdükleri at arabaları, eşekleri ve koyunları ile, Kahire ve Port Said gibi şehirlerden gelen tüccarların belki de bir yılda satamayacakları ürünleri alarak geri dönme telaşındaydılar. Böylece Filistinlilerin deyişiyle dünyanın en büyük “açık hava hapishanesine” tanıklık eden bölge, “dünyanın en büyük pazarına” da şahit oldu.........http://www.usakgundem.com/haber/17128/

srpll8@gmail.com

1 Ocak 2008 Salı

Future of Lebanon



Tuesday , 25 December 2007

Lebanon is one of the most attractive countries for students of the Social Sciences and Humanities because of its heterogeneous structure and complex history. Although its population is less than four million people, 18 religious sects are officially recognized in the country. As the government defines its positions according to sectarian measures; this situation has created divisions and many social crises in the country over the past decades. Through the National Pact of 1943, the government was a proportional representation system until the year of 1975. The Pact fixed the ratio of Christians to Muslims in Parliament at six to five. The Taif Agreement of 1989 led the groups to negotiate to end the 14-year civil war. at this time the composition of parliament was changed. The number of seats in the parliament increased from 99 to 108 (today it is 128 seats) and equal distribution guaranteed between Muslims and Christians.

Still some positions in the government are reserved for specific religious groups based on a confessional power sharing system. According to this confessional power-sharing system, the president has to be Maronite Catholic, the Prime Minister has to be Sunni Muslim, the Deputy Prime Minister Orthodox Christian and the Speaker of the Parliament Shi’a Muslim....http://www.turkishweekly.net/news/51127/future-of-lebanon.html

Serpil ACIKALIN

25 December 2007

http://www.turkishweekly.net/news/51127/future-of-lebanon.html

srpll8@gmail.com